İbrahim Arıkan, Çanakkale Cephesi’nde düşmanla çarpışmak için gönüllü olarak askere yazılmıştır. 5 ay boyunca cephede kalan İbrahim Arıkan, anılarını şöyle anlatmıştır:
19 Ekim 1915’te ateş hattını teslim aldık. Düşman bizim birinci hat siperlerine mesafe olarak çok yakında bulunduğu için top ateşi yapamıyor fakat karakedi ismini verdiğimiz makineli bombadan çok miktarda atıyor ve çok zayiat verdiriyordu.
Birinci gece 1’inci Takım, ileriye bir onbaşı ile bir nefer keşif çıkarmıştı, ikinci gece sıra bizim 2’nci Takım da olduğu için ve 20- 21 Ekim 1915 gecesi 2’nci Takım Nöbetçi Çavuşu da ben olduğumdan 1’inci Manga Onbaşısı Çorlulu Beyaz Bıyık Ahmet’le aynı mangadan bir neferi keşfe çıkaracaktım. Nöbet sırası olan nefer o anda abdest bozmak için gitmiş olduğundan orada yoktu, ikinci nefer İzmir’in Menemen kazasından, kendisi yaşlı olduğu için Mehmet Dayı diye hitap ettiğimiz, dayı lakabına layık ve gözünü daldan esirgemeyen kahraman bir askerdi. Mehmet Dayı’nın yemeği gelmişti. Başlamak üzere iken yemekten vazgeçerek ‘Ben onun yerine gideyim o da sonra benim yerime gider.’ dedi. Biz de ‘pekiyi’ dedik. Onbaşı ile beraber keşfe çıkılacak yerin siperinden kum torbalarını açtık.
Gidecekleri yeri gösterdim ve gittiler.
Ben siperde devriye geziyordum. Daha on dakika geçmeden keşfe giden onbaşı pürtelâş yanıma geldi. Ellerini dizlerine vuruyor, ‘Gitti Mehmet Dayı’ diyordu. ‘Silahın nerede, ne oldu?’ diye sordum. O, ‘Mehmet Dayı ölmüş, silahımı orada bıraktım’ diyordu. Onbaşı fena hâlde korkmuştu. İradesine hâkim olmadığını anladım. Kendisine gelsin diye silkeledim, biraz kendini toparladı. Onbaşıyı neferlerin yanından ara sipere çektim. ‘Nasıl oldu, bana anlat’ dedim. ‘Buradan gittik. Ben sağda olmak üzere yan yana yere yattık. Bir İngiliz’in siperinde kum torbalarını düzelttiğini gördüm. Biz aşağıda yere yattığımız için düşman siperinin dirsek kademesini havadan istifade ederek görüyorduk. Neferin kulağına yavaşça İngiliz’i görüp görmediğini sordum. Ateş edecektim. Bana cevap vermedi. Tekrar ettim ise de cevap vermeyince elimle salladım, dürttüm, tekrar adamakıllı salladım. Hareketsizdi. O zaman öldüğünü anladım ve buraya haber vermek için geldim’ diyordu. ‘Peki, vuruldum falan demedi mi?’ diye sorduğumda ise ‘Hayır katiyen, ufacık harekette dahi bulunmadı’ diyordu.
Ben hemen bölük kumandanı Kenan Bey’e gittim. Meseleyi anlattım. Bölük kumandanı bana hitaben ‘Git takımlara sor, gönüllü varsa şehidi alıp getirsinler’ dedi. Ben takımları gezip söyledimse de herkes sükûnetle mukabele ediyordu. Dönüşte İzmit’in Yanık Maştıkiye Köyü’nden Çerkez Edip Bey Oğlu Abdülkadir bana hitaben: ‘Sen gidersen ben de giderim’ dedi. Ben de bölük kumandanı Kenan Bey’e gönüllü çıkan olmadığını, yalnız Abdülkadir’in ben gidersem onun da benimle gideceğini söyledim. Bölük kumandanı bana hitaben ‘Peki ama sen nöbetçi çavuşsun’ dedi. ‘Nöbetçi çavuşluğu hiçbir şeye mâni olamaz. Ben nöbetçi çavuşluğunu Saraylı Raif Çavuş’a teslim ederim’ dedim. ‘Peki, öyleyse’ dedi. Gidip nöbetçi çavuşluğunu Raif Çavuş’a teslim ettim.
Abdülkadir ile beraber bölük kumandanının yanına geldik. Bölük kumandanından bize uzun bir ip bulmasını rica ettim. Bir müddet sonra küçük ağırlıktan ip geldi. Siperin keşfe gidilecek mahallînden birkaç kum torbası açtık. Abdülkadir ile beraber siperden çıktık ise de İngilizler aydınlatma fişeğinin biri sönmeden diğerini atıyorlardı. Biz yerde hissedilemeyecek derecede yavaş sürünüyorduk. Fakat İngilizlerin bizi görebileceği açık bir vaziyetteydik. Bereket versin ki bulunduğumuz yerde eski şehit ve İngiliz naaşları çok olduğundan hangisinin ölü ve hangisinin diri olduğunu kestiremiyorlardı. Biz de bu ölülerden istifade ediyorduk.
Nihayet şehit Mehmet Dayı’nın bulunduğu yere vardık. Düşman siperi bize tahminen 20 metre mesafede idi. Toprak ve çalılar yüzünü gözünü yırtmasın diye şehidin yüzünü yukarıya çevirdik. Ben şehidin silahını kayışından omzuma iliştirdim. Abdülkadir de onbaşının bıraktığı silahı omzuna iliştirdi. İpi şehidin bacaklarına taktık ve dirseklerimizden kuvvet alarak yavaş yavaş çekmeye başladık. Bir müddet süründükten sonra ipin ucu siperimize ulaşır vaziyete gelince yavaşça kendimizi sipere attık. Siperin içinden ipin ucunu çekerek şehidi sipere aldık. Siperin ayak kademesine uzattık. Bu şehidin ‘vuruldum’ demeden ve kımıldamadan ölmesi merakımızı mucip olduğundan neresinden vurulduğunu görmek için soyduk. Düşman siperleri pek yakın olduğundan ve keşfe çıkan neferler de yerde yattığından düşman mermisi iki kürek arasından girip kalbinden çıkmıştı. Bir serseri merminin kurbanı olarak ah bile demeden ebedi hayata kavuşmuştu. Sıhhiyelere haber verildi. Götürüp bir çukura defnettiler. Bu vaziyet tabur kumandanı Fehmi Bey’e de bildirilmişti. Ertesi sabah Fehmi Bey siperlere geldi. Şehit arkadaşımızın naaşım gönüllü olarak getirdiğimizden dolayı beni ve arkadaşım Abdülkadir’i altlımızdan öptü. O günden itibaren keşif için ileri çıkma vazifesi kaldırıldı.
Siperdeki vaziyete gelince; erzakımız her gün yalnız böcekli bakla. Uyku katiyen yok. Fişekler belde. Tüfek daimî surette elde. Siperde ayaklarını uzatacak yer dahi bulamazsın. Kış hükmünü icraya başladı. Düşmanın karakedi bombaları arttı. Sık sık zayiat veriyoruz. Her manga siperinde iki adet çelik mazgalımız var. Siperlerin akıntısı olmadığı için yağmurdan biriken suları karavanlarla siperden atıyoruz. Yine de su ve çamurdan kurtulamıyoruz. Uykusuzluktan gözlerimiz kıpkırmızı oldu. Bitler görünür şekil aldı.
Ateş hattında 20 gün bu minval üzere kaldık. 10 Kasım 1915 günü siperi başka bölüğe teslim ederek tahminen 150 metre geride bulunan ikinci hat siperlerine çekildik. Bu mahalde biraz uykuya kavuştuk ise de bu defa İngiliz topçusu bizi taciz ediyordu. Çamaşır yıkamak yine yoktu. Temizlik ciheti güçleşti. Çerden çöpten tahtalarla yapılmış üzerine bir miktar ot ve toprak örtülü güya korunmuş bir mahal içerisinde bulunuyorduk.
16 Kasım 1915 günü gözümü açtığım
zaman kendimi sargı mahallînde buldum. 15-16 Ekim 1915 gecesi gece yarısında
İngilizler’in atmış olduğu top mermisi tarafından korunmuş mahallîmiz
yıkılmış, beş kişi toprak altında kalmıştık. Yetişen bölük arkadaşlarımız
tarafından kazma kürekle çıkarılmış isek de birimiz şehit olmuştu. Diğer
dördümüz de sargı mahallînde bulunuyorduk. Toprak altında fazla kaldığımız için
ve aynı zamanda uykuda bulunduğumuzdan gözümü açtığım zaman yaram olmadığı
hâlde vücudumun her tarafı ağrıyordu. İki gün sargı mahallînde kaldıktan sonra
bölüğe geldim.[1]
[1]Gazilerin Dilinden Çanakkale, haz. Gülcan Tezcan, Yarımada Yayınları, İstanbul, 2007, s.79-82