1809 yılında Ankara’nın Boyabat ilçesinde doğan Hakkı TUNA, küçük yaşlarda Eceabat’ın Büyük Anafartalar Köyü’ne gelmiştir. Küçük Zabit Mektebi’nde ikinci sınıfta okurken seferberlik açılmış ve Çanakkale Cephesi’ne gitmiştir. 85 yaşındaki Hakkı TUNA, 9 ay 10 gün kaldığı Çanakkale Cephesi’ni şöyle anlatmıştır:
Beni Hadımköy Sancaktepe Topçu Alayı’na verdiler. 6 bölüklü bir alaydı. Bir gün Bahriye Nazırı Cemal Paşa bizi teftişe geldi. Bu teftişten sonra bizi İstanbul’da Sultan Ahmet Camii’ne kaldırdılar. Bir süre Sultan Ahmet Camii’nde yatıp kalktık.
Daha sonra bir emir geldi. Bütün bölüklerimizi ayrı ayrı yerlere gönderdiler. Kimimiz Arabistan’a, kimimiz İstanbul Boğazı’na, bizim bölüğü de Çanakkale Cephesi’ne ayırdılar. On gün kadar geçmedi. Galata rıhtımına yanaşan bir vapura topumuz, tüfeğimiz, cephanemizle yüklendik. Marmara Denizi’nde o zaman denizaltı olduğundan şüphe edilirdi. Onun için bindiğimiz vapura muhafız olarak bir de torpido verdiler. Galata’dan hareket ettik Çanakkale’ye. Akbaş İskelesi’ne vapur yanaştı. Vapur boşaldı. Toplarımızı koştuk. O sırada bir düşman mermisi yakınlarımıza düştü. Eceabat’ın içinden geçiyoruz. Eceabat harabeye dönmüş. Binalar yıkılmış. Orda burada evler yanıyor. Çamburnu yolundan, Behramlı Köyü’nden geçtik. Kirte’ye yakınladığımızda gece olmuştu. O gece orada 9’uncu Fırka’da misafir kaldık. Ertesi sabah Kirte Köyü’nün üst taraflarında hazırlanmış mevziiye yerleştik. Bir telaş, bir telaş hepimizde. Hazırlık yapıyoruz. Telefon hattını düzenledik. Batarya dürbünümüzü kurduk. Her şeyi yerine yerleştirip hazırlığımızı tamamladık.
O sırada düşman da Kirte Köyü’nün altındaki Eski Bağlar’a kadar gelmişti. Biz düşmana toplarımızla başladık ateş etmeye. Bir hafta o mevziide kaldık. Sonra bir emir geldi. Toplarımızı Eceabat Top Zeytinlik’e götürdük. Geri çekildik. Çadırlarımızı filan kurduk. Ben o zaman kıdemli Başçavuş Muavini’ydim. 17’nci Alay, 2’nci Bölük’teydim. Ağır Topçu Bölüğü’nde. 12’lik ağır obüs toplarımız vardı.
Şimdi burada yaşayan Ömer Güner de benim yanımda aynı bölükte askerdi. Top Zeytinlik’te çadırlar kurduktan sonra iki top alıp Kara Yorgi’nin Dere’ye gittik. Kara Yorgi’nin Dere’de de iki buçuk ay kaldık. Savaş devam ediyor. Hücumlar oluyor. Derenin içinde toplarımızın askerlerinden iki şehit verdik. Tekrar Top Zeytinlik’e geldik. Refik adında bir takım subayımız vardı. Onunla birlikte bu defa, Domuz Dere’ye iki top kurduk. 3,5 ayda Domuz Dere’den ateş ettik düşman üzerine Batarya Kumandanımız Nadir Efendi’ydi. Üsteğmendi.
Bizim gözetleme yerimiz Alçı Tepe’deydi. Üst tarafımızda da grup kumandanının gözetleme yeri vardı.
Bir gün bana, Batarya Kumandanımız Nadir Efendi dedi ki:
-Seni Grup Kumandanı istiyor. Gittim. Kapısını vurdum. Girdim yanına. Selam verdim.
Grup Kumandanı:
-Sen avcı hattına gideceksin. Orada 16’ncı Alay Kumandanı’ nı bulacaksın. Sana görev verecek.
-Emredersiniz, dedim, çıktım odasından. Bataryaya gelip silahlı bir asker aldım. Beraberce başladık avcı hattına gitmek üzere Kirte Köyü yönünde yürümeye. Kirte Köyü’ne geldiğimizde savaş bütün şiddetiyle sürüyordu. Kirte Köyü zaten harabe olmuş. Yıkıntıların arasında bizim yaralıları getirmişler, gördüm. Kiminin kolu, kiminin bacağı kopmuş. Yaralıları sargı yerine götürmeye çalışıyorlardı.
Orada duramadık. Geriye bataryaya döndük. Sabahleyin tekrar yola koyuldum. Avcı hatları bizim topların ateş ettikleri yöndeymiş. Boğaz’dan, Çan Ovası’na kadar düşmanla doluydu. Yalnız Palamut ve Kabatepe arasında düşman yoktu.
Yanıma asker almamıştım. Yalnızdım. Doğru yönümde gidiyordum. Kanlıdere’ye indim. Bir de baktım. Önümde bir asker yürüyordu. Seslendim askere, asker durdu. Sordum:
-Kaçıncı alaydasın?
Asker:
-Biz 16’ncı Alay’ın 3’üncü Tabur’uyuz. Şurada istirahate çekildik. Oradayız, diyerek eliyle gösterdi.
-Düş önüme beraber gidelim, dedim.
O zaman asker toprak altında, meydanda değil, sığınaklarda. Gittik oraya. İndim aşağıya. Bir piyade subayı gördüm. Grup Kumandanının beni istediğini anlattım.
Hemen başçavuşa döndü:
-Çavuş, Açıkgöz birisi silahlarını alsın, gelsin. Bu arkadaşla gidecek.
Bir de baktım, cin gibi bir asker geldi. Silahlı, göğsünde çapraz fişekler. Düştü önüme. Gidiyoruz. Bazı açıktan gidiyoruz. Düşman bizi görünce veriyor şarapneli bize. Bazı gizli yollardan gidiyoruz. Koşarak giderken, avcı hattının arkasında karargâh çıktı karşımıza.
Karargâha vardım. 5-10 kişi getirmişler. İleri hattan getirmişler şehitleri. Görememişler daha. Uzatmışlar öyle yatıyorlar. Alay Kumandanına bir selam verdim. Alay Kumandanı uzun boylu bir adam.
Bana dedi:
-Şurada, telefon odasında biraz otur da bir erle gidersin ileri.
-Ben er istemem, dedim.
Karargâhtan, ilerideki avcı hatlarına giden bir sıçan yolu var. Girdim sıçan yoluna vardım avcı hattına. Bir ateş cehennemi içindeyiz.
Kum çuvallarını sıralamışlar. Askerde çuvalların gerisinde silahları ellerinde ateş ediyorlardı.
Piyade Bölük Kumandanı anlatmaya başladı: ‘Bu hattı teslim aldığımızda burada bulunan Alay’dan 12 kişi kalmıştı.’ Bizim hattın yüz metre ilerisinde de Fransa hatları vardı. Düşman denizden, zırhlılardan da toplarıyla durmadan ateş ediyor. Bizim bulunduğumuz yerle Fransız hatları arasına bir mermi düştü. Kum çuvallarını yıktı. Çuvallardan biri belime çarptı. Ben de yerimi değiştirdim.
Arkasından bir mermi daha… Avcı hatlarının tam orta yerine… Bir bağırtı koptu… Birkaç şehit… dört, beş yaralı… Hemen sıhhiyeler koşup geldiler… Götürdüler yaralı ve şehitleri.
Şehitlerden bir tanesini gördüm… İnsan olduğu belli değil… Kıpkırmızı et. Dağılmış… Batarya Kumandanımız Sami Bey, benim ölüp ölmediğimi öğrenmek için bir er göndermiş. Benim avcı hatlarında olduğumu öğrenen er de geri dönüp gitmiş. Avcı hatlarını iyice görmüş, düşmanın ateşini ve durumunu yakından incelemiştim. Akşam bataryama dönmek üzere yola çıktım.
Gece çakır yıldızlıktı… Kurşunlar, vızır vızır etrafımdan geçiyordu. Bataryama sağ salim dönebilmiştim. Arkadaşlar ‘ölmeden gelmiş’ diyorlardı.
Bir gün gözetleme yerindeydim. Sami Bey var…
Batarya Kumandanımız… O gerideydi… Topları Refik Teğmen idare ederdi… Sonradan bir üst teğmen daha gelmişti… O, ‘More More’ diye konuşurdu. Arnavut’tu. Gözetleme yerinden makaslı dürbünle bakıyordum. İlerilere avcı hatlarına… Dürbün yakın gösteriyor. Bir de baktım: Fransız hatlarında bir kıpırtı var. Teğmene seslendim.
-Fransızlarda bir telaş var… Hücuma mı kalkacaklar ne?
-İyi bak Hakkı, dedi teğmen.
Teğmen diyorum. Üsteğmen! Batarya Kumandanımıza söylüyorum bunları. Kafamı çevirdim baktım Fransızlar süngü takmışlar hücuma kalkıyorlar, fırlamışlar siperlerden biraz ilerlediler, bizimkiler de fırladılar siperlerden, başladı süngü harbi… Bizim toplar, düşman topları hepimiz oraya ateş ediyoruz. Gökyüzüne dikildi asker. Epey devam etti süngü harbi. Fransızlar bizim askeri önlerine katmışlar sürüyorlar geriye karargâhın yakınlarına. Az geldi herhalde kuvvetimiz. O sırada bir şakırtı koptu Soğandere’den; ‘kuvvet geliyor’ dedim, kendi kendime.
Asker koşa koşa gidip, karşıladı gavuru. Hiç unutmam… Bizim askerlerden birisi bir Fransız askerini kat ön etmiş… Fransız kaçıyor bizimki arkada yetişemiyor Fransız’a. Yetişse süngüleyecek. Aştılar gittiler önlü arkalı düşman içlerine kadar… Ne oldular bilmem? Gözden kayboldular. Bizim askerlerimiz Fransızların siperlerini ele geçirmişlerdi o günkü hücumda.
Bizim alt tarafımızda çamlığın içinde 10,5’luk seri ateşli toplar vardı… Onlar da başladılar ateşe, şimdi abide yapılan sırtlara ateş ediyorlardı.
Orada Fransızların bir cephaneliği isabet almış yanıyor. Bilmiyorum artık cephanelik miydi, erzak deposu muydu? Başlarında bir subay, bir manga Fransız askeri söndürmek için koşuyorlardı. Bizim toplar, şarapnele çevirdiler bu sefer atışı. Tutunamadı Fransızlar. Bıraktılar söndürme işini kaçıp gittiler.
Bu olay Domuz Dere’de olmuştu.
Aradan bir zaman geçti… düşman birlikleri bütün cephe boyunca hücuma kalktılar. Söktüremediler… Son hücumları idi bu onların… Bıraktılar hücumu… Biz toplarımızı Kabatepe’ye getirdik. Ben yine gözetleme yerindeydim. Dürbünle bakıyordum. Düşman, sabah erkenden Anafarta Ovası’na da asker çıkardı. Askerin çıkarılışını ben de dürbünümle izliyordum. Düşmanın karaya ayak basmasıyla Anafartalar’da da savaş başladı. Cayırtı koptu… Devam etti. Fakat… söktüremedi. Üç ay daha kaldı kafir. Üç aydan sonra aldı başını gitti.
Bir sabah Kaba Tepe’de, arkadaşlar Fransızlar Seddülbahir’den kaçmış dediler. Atladım beygire, bastım gittim. Çift Ekin’den aşağı indim. Bizim asker ovaya yayılmış hep… Yiyecek, giyecek her şeyleri bırakıp gitmişler. Bir tane de Kadana beygiri kaçırmışlar… Bizim askerler de tutup getirmişler.
Bir İngiliz gemisi, İmroz taraflarında bıraktıkları şeylere veriyorlar mermiyi… Yakıyorlar…
Düşman gittikten sonra, bir süre daha o yakınlarda bir köyde durduk. Sonra bizim topları Enez’e götürdüler. Buralarda bir alay meydana getirdiler… Sahillere adi ateşli toplar koydular. Buralarda az bir asker kaldı. Beni de Küçük Anafartalar Köyü’ndeki 24’lük topa verdiler. Arabistan teslim olduktan sonra da zaten asker terhis olmuştu. Bizim batarya kumandanımız, daha sonra tekrar Tabur Kumandan Vekili olarak burada kurulan Alay’a gelmişti.
Mütareke imzalandıktan sonra Fransızlar,
İngilizler buralardaki topları hep patlatıp parçaladılar.
Sol
kaşımın üzerinde kurşun yarasının izini taşıyorum…[1]
[1] Cahit Önder, 7 Cephenin Gazileri Anlatıyor, Nesa Ofset Matbaacılık, İzmir, 2005, s.99-102