Cuma , Ocak 17 2025

1914 Senesinden 1916 Senesine Kadar Balkan ve Türkiye’de Büyük Harp

[Alman Arşivinin Eserinden]

  1. 1915 EYLÜL’E KADAR SİYASİ VE ASKERİ VAZİYETİN İNKİŞAFI[1]
  1. Büyük Harbin Başlangıcında Balkanda Vaziyet ve 1914 Eylül Ortasına Kadar Geçen Hâdiseler

1914 Yazına Kadar Olan Vaziyet:

1912 ve 1913 senelerinde meydana gelmiş olan Balkan Harbi, Avrupa’nın cenubu şarkisindeki vaziyeti esaslı surette değiştirmiştir. Rusya’nın muzaheret ve tesiri altında birleşmiş olan Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ ve Sırbistan Devletleri, Rumeli’yi Adriyatik Denizi’nden Karadeniz’e kadar olan sahada zapt etmiştiler. Bulgar taarruzları Çatalca hattı önünde durdurulunca büyük devletler tavassut için müdahale ettiler ve Karadağ, Sırbistan, Yunanistan, Avusturya-Macaristan, İtalya Devletleri’nin menfaatlerinin toplanmış olduğu Adriyatik Denizi kıyılarında bitaraf, aciz bir Arnavutluk Devleti meydana çıkararak muharip ordular arasına bir tampon koydular. Bu sebepten Yunan ve Sırp Hükümetleri esasen Bulgarlara ait olan mıntıkalara teveccüh ettiler. Sırbistan ve Yunan Devletleri Rusya’nın müsaadesi ve Romanya’nın yardımı ile eski müttefikleri olan Bulgaristan’ı mağlup ve Türkiye de Edirne’yi istirdat ettiler. 10 Ağustos 1913’te yapılan Bükreş muahedesi bu suretle aşağıdaki vaziyeti meydana getirmiş oldu:

Romanya;Dobrica hududunda Bulgar arazisine sahip olmuştu. 7.5 milyon nüfusu vardı. 1878 senesinden beri Ruslara ait olan Besarabya’da bir milyon, Macaristan’da ve Avusturya Bukovina’sında üç milyon Romen ahali vardı. Bu vaziyet Romanya ile İttifakı Müselles arasında 1883 senesinden beri yapılmış olan ittifak bakımından elverişli bir vaziyet değildi. Macar Devleti’nin takip etmekte olduğu milli siyaset sebebinden son seneler zarfında esasen vaziyet gerginleşmişti; bu ihtilaf karşısında Besarabya dolayısı ile Ruslara karşı olan zıddiyet ikinci derecede kalıyordu. 1913 senesinde Romanya Bulgarlara karşı beyan etmiş olduğu isteklerde Avusturya-Macaristan tarafından hiçbir muzaheret görmemişti; bundan sonra Sırplarla müşterek olarak harekâta girişmelerinde Avusturya ile Romanya arasındaki münasebet büsbütün soğumuştu. Rusya’nın Romanya’yı kendi tarafına celp için yaptığı gayretler gittikçe müsmir olmağa başladı. Bir harp halinde Romanya’nın yardımı artık Viyana’da hesaba katılmıyordu. Alman Hükümeti vaziyeti bu derece gayrimüsait telâkki etmemekte idi. Asıl ve mazisi itibariyle İttifakı Müsellese meyyal olan Kral Karol kendi milletinin Macaristan’a karşı gittikçe artan bir düşmanlık duygusuna şahit olmakla beraber henüz Alman ordusu ile sıkı bir münasebet mevcut idi. Romen zabitlerinden birçoğu Alman ordusunda yetişmiş olmakla beraber birkaç Romen zabiti el’an Alman ordusunda hizmet etmekte idiler.

Romanya’dan sonra Balkan’da hâkim bir vaziyette bulunan Sırp Devleti idi. Sırbiye’nin 4-5 milyon nüfusu vardı. Sırbiye eski nüfus ve arazisine nispetle 2/3 miktarı büyümüştü. İlerleyen millette kuvvet ve kudret duygusu çok artmıştı. Rusya’da Sırbistan’a “Balkanlar’da Slav ileri karakolu” nazarıyla bırakılıyordu. Cenup ve Şark’a doğru Sıbistan’ın istekleri esas itibariyle yerini bulmuştu. Fakat şimal ve garp hedeflerine henüz varamamış bulunuyordu. Avusturya-Macar hudutları içerisinde Sırp telâkkisine göre henüz esarette yaşayan 5,5 milyon Sırp vardı. 1913 senesi 6 Mayıs’ında Rus Hariciye Nazırı’nın Belgrat Rus sefirine yazmış olduğu mektupta Sırbistan’ın tarihî mukadderatının ancak ilk hedefine vardığı fakat,[2] son hedefe varmak için daha büyük harplere dayanmak lazım geldiği beyan edilmişti. Bu mektupta “Sırbistan’ın ülkülerine ait olan toprağın Avusturya-Macaristan hudutları içerisinde olduğu” açıkça zikredilmekte idi. Yeni ümit ve teşebbüsler ile Sırp nazırları Avusturya topraklarına teveccüh ediyordu.  Bunun bariz bir eseri olmak üzere Avusturya’nın Slav tebaası arasında milli hareketler göze çarpmakta idi. Bu hareketler Saraybosna’da Avusturya veliahdının öldürülmesi suretiyle en hâd devresine çıktı. Sırbistan’ın bu suretle Garbe Adriyatik Denizi’ne doğru genişlemek ihtiyacı dolayısıyla istikbalde İtalya ile ihtilâf meydana gelmesi tabiî bulunuyordu.

Sırbistan’ın müttefiki olan Karadağ’ınancak yarım milyon nüfusu bulunduğundan çok ehemmiyet yoktu.

4,5 milyon nüfusa malik olan Yunanistan, Balkan Harbi’nden elde edilen kazancı muhafaza maksadıyla Sırbistan ile müştereken tedafüî bir ittifak muahedesi yapmıştı. Fevkalade geniş sahillere malik olması ve memleket dâhilinde hububatın kâfi derecede yetişmemesi dolayısıyla Yunanistan denizlere hâkim olan bir devlete karşı dayanamazdı. Bu sebepten Yunanistan’ın siyasi istiklali mahdut bulunuyordu.  Yunanistan’ın Boğazlar’da ve Anadolu’da ülküleri olduğundan Türkiye ile eskisi gibi ihtilâf halinde idi; Adalar Denizi’nde Yunanistan tarafından işgal edilmiş olan adaların ilhakını Türkiye henüz tasdik etmemişti.

Bulgaristan,Türkiye’ye karşı yapılan Balkan Harbi’nde büyük fedakârlıklara katlanmış ve Romanya’dan sonra Balkanlar’da hâkim bir vaziyet almaya hazırlanmış iken kuvvet ve kudretinden mühim bir kısmını elden çıkarmıştı.  Dobrica arazisinden bir kısmını Romanya’ya, Makedonya’da zapt ettiği araziden bir kısmını Yunanistan ve Sırbiya’ya terke mecbur kalmıştı. Hâlbuki bu arazi tarihi, iktisadi bakımdan Bulgaristan’a lazım olmakla beraber kendisine esasen vaat edilmiş bulunuyordu. Bulgaristan’ın nüfusu buna rağmen 4,5 milyon idi. Eskiden beri mevcut olan Sırp düşmanlığı şiddetlenmiş, Yunan ve Romen düşmanlığı da buna ilave edilmişti. Rusya taraftarı olan ve eskiden memleketi idare etmiş bulunan siyasi fırkalar nüfuzlarını kaybetmişler; İttifakı Müsellese doğru temayüller baş göstermişti.

Türkiye’nin geniş hudutları içerisinde henüz 20 milyondan fazla nüfus vardı. Balkan Harbi’nin kaybedilmesi neticesi olarak Türk hâkimiyeti Avrupa mıntıkasında Boğazlar yakınına kadar gerilemişti. Yalnız Çanakkale Boğazı ilerisinde birkaç küçük ada Türkiye’nin elinde kalmıştı. Diğer adalardan bir kısmı Türk-İtalyan harbi neticesinde İtalyanlar tarafından ve bir kısmı da Balkan Harbi’nde Yunanlılar tarafından işgal edilmiş bulunuyordu.  Kıbrıs adası ise eskiden beri İngilizlerin elinde idi. İttifakı Müselles devletleri bir harp halinde Türkiye’nin de kendilerine iltihakını ümit edebilirlerdi, fakat bu ittifakın eskisi kadar kıymeti olamazdı. Zira Türkiye’nin askeri kudreti çok zayıflamıştı. Ferik Liman von Sanders riyasetinde bir Alman askeri heyeti 1913 senesi nihayetinden beri Türk ordusunu asrî esaslara göre tekrar tensik vazifesini üzerine almıştı; diğer taraftan Türk donanmasının ihyası vazifesi de İngiliz Amirali Limpusa verilmişti.

Balkan’da eskisi gibi gerginlik devam etmekte idi. Netice itibariyle son seneler zarfında vaziyet İttifakı Müselles’in aleyhine dönmüş bulunuyordu.

1914 Temmuz:

Saraybosna’da Avusturya-Macar veliahtının öldürülmesi hadisesi Bulgaristan’da intikam ümitleri uyandırmıştı. 24 Temmuz’da Avusturya-Macaristan tarafından Sırbistan’a mühletli nota verildikten sonra Bulgaristan Almanya’ya müracaat ederek İttifakı Müselles’e girmek arzusunu beyan etti. Hadisenin genişlemesinin önüne geçmek ve harbe hazırlanıldığı fikrini vermemek için bu teklife karşı Almanya tarafından ihtiyatkârane mukabele edilmişti. Daha evvel Türkiye’de böyle bir arzu göstermiş ve evvelce İtilaf Devletleri’ne müracaati akim kaldıktan sonra Almanya’ya teveccüh etmişti. Daha sonra Rusya’nın müdahalesi ile umumi bir harp ihtimalleri artınca Türkiye 28 Temmuz’da Berlin’de bir ittifak teklifinde bulundu ve aynen Bulgarlar gibi muamele gördü. Rusya tarafından umumi seferberlik ilan edilerek büyük devletlerin harbe gireceği tahakkuk ettikten sonra Almanya bu ihtiyatlı hareket tarzını terk etti. Alman Hükümeti bundan sonra Romanya’yı kendi tarafına kazanmak için Romanya ile Bulgaristan arasındaki ihtilafları tavsiyeye çalışmıştı. Ferik von Moltke’nin fikri Türkiye’ye, Bulgaristan ve Romanya kuvvetlerini topluca Besarabya’dan Rusya’ya karşı kullanmaktı. Ancak Bulgarların eski efendileri Ruslara karşı harp etmek istemeyecekleri ihtimali de vardı; Bulgarların tabiî düşmanı Sırplar idiler. Fakat Bulgarların Sırplara karşı taarruzları halinde Yunanistan’ın da Sırplar ile beraber harbe iştirakleri tehlikesi vardı.

1914 Temmuz, Ağustos:

2 Ağustos’ta Türkiye ile ittifak muahedesi imza edildi. Fakat Türkiye’nin hazırlığı henüz pek geri olduğundan bidayette bu ittifak gizli tutulmuştu. Bu müddet zarfında İtalya bitaraf kalmaya karar vermiş ve 3 Ağustos’ta Romanya da bu karara iştirak etmişti. Müşterek bir Türk-Bulgar taarruzu için Rusya yolu kapalı idi. Esasen şimdiye kadar geçmiş olan müzakereler Romanya ile Bulgaristan arasındaki ihtilafın ne derece şiddetli olduğunu göstermişti. Romanya ittifaka dahil olsa bile Bulgar kuvvetlerinin kendi toprağından geçmesine müsaade etmesi çok şüpheli idi. Diğer taraftan İngiltere’nin de İttifakı Müselles aleyhinde bir vaziyet almaya başlaması Balkan’da tesirini göstermeye başlamıştı. Romanya’ya ve Yunanistan’a emniyeti olmayan Bulgarlar muhteriz duruyorlardı; başlamış olan müzakereler ilerlemiyordu.

Kendisini çok güç bir vaziyette gören Türkiye’de de vaziyet aynı idi. Türkiye 3 Ağustos’ta müsellâh bitaraflığını ilan etti. Bu sayede seferberliğini ve hazırlıklarını bitirmek istiyordu.

Türkiye’nin geniş sahillerinin ve boğazların emniyeti için kuvvetlerin büyük bir kısmının kullanılması zarureti vardı.

Türkiye’nin müsellâh bitaraflık vaziyetinden ne zaman çıkarak harbe iştirak edebileceği belli değildi. Bu sırada İngiltere’nin harp ilân etmesi sebebinden «Goben» ve «Breslau» ismindeki Alman harp gemileri Mesinadan İstanbul’a gitmek emrini aldılar.[3] Almanlar tarafından Avusturya donanmasının bir kısmının da İstanbul’a gitmesi hakkında beyan edilen arzu bu donanmanın hazırlığı henüz tamam olmadığından yapılamadı.[4] Alman gemileri hedeflerine varabilirlerse ittifakı müsellesin lehinde tesir yaparak henüz İngiliz Amirali Limpus’un idaresi altında bulunan Türk donanmasını takviye edeceklerdi. Aynı zamanda Karadeniz’de hâkimiyet kazanılmak ihtimali de ümit olunuyordu. Bu halde Rus sahillerine Türk kuvvetlerinin çıkarılması ve bilhassa Odesa’nın işgali tasavvuru vardı. Fakat hu ümit hakikat oluncaya kadar şimdilik Türkiye’nin Rusya’ya karşı yapabileceği tazyik boğazların kapanmasına ve Şark hududundan bir taarruz tertibine inhisar etmekte idi. Türkiye bu sayede Kafkas ahalisini ayaklandırmayı ümit ediyordu.

Bundan başka İngilizlerin Basra körfezinde ve Mısırdaki kuvvetlerine karşı taarruz ederek en yakın ve mühim Hindistan yolunu tehdit etmek vazifesi de Türkiye’ye düşüyordu. Fakat boğazların kapanması lâzım geldiğinden t ürk ordusunun büyük kısmı bu mıntıkaya bağlı kalacaktı.

Türkiye ve Bulgaristan Almanya’dan malzeme ve cephane istiyorlardı. Türkiye zabit te istemişti. Romanya eski yapmış olduğu siparişleri istiyordu. İstanbul, Sofya ve Bükreş hükümetlerinin askerî vaziyetin inkişafını bekledikleri anlaşılıyordu. Bulgaristan bilhassa Sırbistan’a karşı olan Avusturya – Macar cephesine göz dikmişti. Viyana hükümeti tarafından geç olmakla beraber çok şiddetli yazılan notadan sonra Sırbiye’ye karşı harekâtın ayni şiddetle başlamasını bekliyordu.

Avusturya – Macaristan, başlangıçta Rusya müdahale etmeden Sırbiye’ye karşı bir netice alabilmeyi ümit etmişti. Bu sebepten Sırbiye’nin seferberliği ve notaya muvafık cevap vermemesi üzerine ceman 12 fırka kadar tahmin edilen Sırp ordusuna karşı 261 piyade ve 3 süvari fırkasını seferber etti.

Yığınak ile harekât hazarda yapılmış olan projelere göre olacaktı. Baskın tesiri elde edilmek için nota verilmezden evvel hiçbir hazırlık yapılmamıştı. Bu sebepten şayet Sırplar istenen şeylere muvafakat ve notayı kabul etmezlerse derhal harekete geçmek, yahut Belgrad’ı işgal ederek rehine halinde elde bulundurmağa imkân yoktu. Zira harekât plânlarına göre Bosna’nın korunması birinci derecede ehemmiyetli tutulmuştu. Şayet Rusya beklenmeden harbe müdahale ederek Sırbiye’ye karşı tedafüi bir hareket tarzı kabul edilmek lâzım gelse bile Bosna vilâyetinin muhafazası temin edilecekti. Sırp emelleri için Bosna’nın işgali birinci derecede bir hedef teşkil ediyordu. Plân mucibince V. ve VI. Ordular Bosna’da Sırp hududuna karşı ve II. Ordu Sirmende Şimalî Sırp hududuna karşı toplandılar. Demiryollarının elverişli olmamasından ve bilhassa Bosna’daki hatların dar bulunmasından dolayı ancak Ağustos ortalarında harekâta başlamak kabil olabilecekti. İlk kazanılacak muvaffakiyetlerden sonra Bulgaristan’ın da 6 fırkalık ordusu ile en müessir bir istikametten müttefik sıfatı ile harbe iştiraki beklenmekte idi.

Daha 28 Temmuz’da Avusturya – Macaristan Sırbiye’ye harp ilân etmişti. Bunu takip eden gece zarfında Belgrat mıntıkasında ve hududun diğer taraflarında harp faaliyeti başladı. Fakat bundan sonra Rusya’nın müdahalesi vaziyeti esasından değiştirdi. Başlangıçta Sırbistan’a karşı toplanmış olan kuvvetlerin yarısından daha fazlası plân mucibince Rusya’ya karşı sevk edilmek lâzım geliyordu. Bilhassa Şimalî Sırp hududuna karşı toplanan II. Ordunun Rusya’ya karşı kullanılması mukarrerdi, Balkanda ceman 11 piyade fırkası kalacaktı. Fakat nakliyat başlamazdan evvel mevcut olan üstünlük sayesinde Sırplara karşı bir darbe vurulabileceği Avusturya Başkumandanlığınca ümit ediliyordu.

«Sırbistan gibi küçük bir devlete karşı muvaffakiyetsizlik muazzam Rusya’ya karşı mağlûbiyetten daha zararlı tesirler yapar» deniliyordu. Böyle bir halin bütün dünya nazarında Avusturyanın şerefini ihlâl edeceği, bilhassa Balkanda çok zararlı tesirler yapacağı, hâlbuki parlak bir zafer Balkanlarda müttefik kazanmak lâzım geldiği fikri hâkim idi.[5]

1914 Ağustos:

Ferik von Moltke Avusturya erkânıharbiyesinin fikrine iştirak ederek Sırbistan’a karşı harekâtın tertip ve idaresini münhasıran Avusturya’ya ait dahilî bir iş telâkki etmekte idi. Bununla beraber Sırbiye sebebinden Rusya’ya karşı sevk edilecek kuvvetlerin zayıflaması caiz olmadığını 31 Temmuz’da açıkça Avusturya’ya bildirmişti.[6]

Bosna – Hersek Umumî Valisi olan Ferik Potiorek Balkan cephesinde kumandayı demlide etti. Potiorek Sırplar tarafından Saraybosna istikametinde bir taarruz yapılacağına ihtimal vermekte, bu taarruzu bir mukabil taarruz ile karşılamak istemekte idi. 4 Ağustos 1914’te Potioreke verilen emirde: « Düşmanın hudutlardan sarkmasının hiç olmazsa önüne geçilmesi ve Sırp taarruzunun esaslı bir darbe ile kırılmasının çok ehemmiyeti olduğu» bildirilmişti. 18 Ağustos’ta Galiçya’ya nakli başlayacak olan U. Ordunun da mevziî olarak yardımlar yapması mukarrerdi. Sırplar taarruz etmeyince ferik Potiorek başkumandanlığın da muvafakati ile bizzat taarruza geçmeye, karar verdi. Başkumandanlık 14 Ağustos’ta verdiği emirde taarruzun bütün mesuliyetini kaimi etmiş bulunuyordu.[7]

II. Ordu’nun mevcudiyetinden istifade için acele etmek lâzımdı. Bu sebepten şimal cenahtaki V. Ordu’nun cenuptaki VI. Ordu’dan beş gün evvel Drina nehrini geçerek taarruza başlaması icap ediyordu. VI. Ordu ancak beş gün sonra hazır olabiliyordu. II. Ordu’nun Sirmen inin takasındaki bindirme istasyonlarından fazla ayrılmaması lâzımdı. II. Ordunun Sirmen mıntıkasında mevcudiyeti dolayısı ile düşmanın V. Orduya karşı bütün kuvvetlerini kullanamayacağı zannediliyordu. Veliaht Prens Aleksandr’ın kumandasında olan Sırp ordusu ümit edildiğinden fazla cüret gösterdi. Erkânıharbiye Reisi Woywoda Putnikin tertibi ile Sırplar V. Avusturya Ordusu’na karşı kuvvetli kıtaat sevk ederek muharebeyi kazandılar. V. Ordunun bir fırkası 16 Ağustos’ta tamamıyla imha edilmişti. Bundan sonra Sırplar adetçe üstünlüğü elde etmiş bulunuyorlardı. Yığmağı gecikmiş olan VI. Ordu yardım için yetişmeden V. Ordu Drina nehrini tekrar geçerek geri dönmeye mecbur kalmıştı. Bu Muharebede V. Avusturya Ordusu 23000 ve Sırp ordusu 16000 zayiat vermişti. 25 Ağustos’ta Sırp arazisi üzerinde hiçbir Avusturya-Macar kıt’ası kalmamış bulunuyordu.

1914 Eylül ortasına kadar:

Bu muvaffakiyetsizlik Sırbistan’ın çabuk ezilmesi ve Bulgaristan’ın harbe iştiraki için mevcut ümitleri boşa çıkardı. Rusya’ya karşı yapılacak harekâtın zararına olarak II. Ordu’nun nakliyatı da gecikti. Rus cephesinde üstünlüğe karşı harp eden asıl kuvvetlerin ihtiyacı Balkan cephesinde daha mutedil bir sevk ve idareyi icap ettirdi. Fakat Avusturya-Macar siyasî idare makamlarının tesiri ile Sırp cephesinde projeye göre müdafaa için tahsis edilenden daha fazla kuvvet bulundurulmuştu. Bulgaristan’ın da harbe iştiraki ümidi ile Macaristan’ın temini sebepleri de bu hususta müessir olmuştu. Bu suretle Potiorek grupu harekâtın müteharrik safhalarında da Sırp ordusuna muadil bir kuvvette bırakıldı ve bu grup Başkumandanlık emrinden alındı. Şu halde kat’î netice yerinin takviyesi için Potiorek grubundan kuvvet almak Başkumandanlığın salâhiyeti haricinde kalmıştı. Ferik Potiorek bu istiklâlinden istifade ederek yeni taarruzlar tertip etmek azminde idi.[8] Bu hareket için elinde bulunan kuvvet yeni teşkiller ile bilhassa piyade sınıfından olmak üzere tedricen takviye edilen 13,5 fırkalık bir ordu idi.

Bu müddet zarfında Sırplar taarruzlarına devam ettiler ve bu hususta 31 Ağustos’ta Rus Başkumandanlığı’ndan yeniden emir aldılar. 6 Eylül’de Sirmen mıntıkasına giren Sırp kuvvetleri Ferik von Potiorek tarafından Drina nehri üzerinde yapılan yeni bir taarruz karşısında tekrar geri çekilmeye mecbur kaldılar. Fakat bu ikinci Avusturya taarruzu da kat’î bir netice elde edememişti.

2- 1914 Eylül Ortasından 1. Kânuna Kadar Olan Hâdiseler

1914 Eylül ortası:

Merkezî devletlerin Eylül ortasında garp cephesinde Galiçya ve Sırbistan’da geriye atılmaları[9] sebebinden Romanya’nın da düşmanlara iltihakı tehlikesi baş göstermiş ve Bulgaristan gittikçe çekingen bir tarzda harekete başlamıştı. Sırbistan’daki vaziyetin Bulgaristan için ve yukarı Galiçya ile Bukovina’daki vaziyetin Romanya için çok ehemmiyeti vardı. Alman Başkumandanlığının tazyikine ve Türk donanmasının iki Alman gemisi ile takviye edilmiş, boğazların müdafaası da bir dereceye kadar temin edilmiş bulunmasına rağmen Türkler de harekete geçmekte gecikiyordular. İki Alman harp gemisi 10 Ağustos’ta boğazları geçerek İstanbul’a girmişlerdi. Bu gemilerin kumandanı olan Vis Amiral Suşon Türk donanmasının kumandasını deruhde etmişti. Türk donanması artık Karadeniz’deki Rus donanmasına bir dereceye kadar muadil hale gelmişti. Rus Karadeniz donanmasının iki büyük harp gemisi ancak 1915 sonbaharında kullanılmaya hazır olacağından o zamana kadar bu vaziyet Karadeniz’de sabit kalacaktı. İngiliz deniz heyeti Eylül ortasında Türkiye’yi terk etti.

16 Eylül’de Nazır von Yagow Hariciye Nezareti’nin düşüncesi olarak şöyle yazmıştı: «Romanya ile münasebetimiz iyi değildir». Yagow’un lâyihasında: Romanya’da efkârı umumiyenin Avusturya aleyhine olduğu, bütün halkın Bukovina ve Macarista’na karşı yürümek istedikleri, Kralın bu cereyana karşı koyduğu, taht ve tacını bile terk etmek istediği, bu hale ve Avusturya düşmanlığına karşı bir şey yapılamayacağı, Galiçya’da bir zafer kazanılırsa ancak o zaman Romanyalıların akılları başlarına gelebileceği, Türkiye ve Bulgaristan’ı hareketten alıkoyan sebebin Rus korkusu olduğu, eğer Avusturya Galiçya’da Ruslara karşı bir darbe vurabilirse ancak o zaman bu endişenin hafifleyeceği beyan ediliyordu. Yagow şöyle söylüyordu: «Bizim tarafımızdan her şeyi hazırlanmış olan bir Türk ittifakı için ümidimi henüz kaybetmiş değilim, fakat Türkiye’nin hareketi içinde evvelâ Avusturya’nın muzafferiyeti ve ikinci derecede Romanya’nın hareket tarzı müessirdir».

Bu sıralarda General von Falkenhayn Alman Başkumandanlık karargâhında harekâtın idaresini ele almış bulunuyordu. Von Falkenhayn dahi selefi gibi her ne pahasına olursa olsun Romanya’nın hiç olmazsa bitaraflığını temin etmek lâzım geldiği kanaatinde bulunuyordu. Zira Avusturya-Macaristan ordularının sağ cenahı Romanya toprağına dayanmakta idi. Hindenburg ordusunu Şarkî Prusya’nın doğrudan doğruya Narew nehri istikametinde taarruz ettirmeyerek Avusturya Macar ordusunun sol cenahına nakletmek kararı da bu hususta müessir olmuştu.[10] Bu sırada Romanya İtilâf Devletleri lehine harbe girdiği takdirde kendisine Avusturya arazisinden hangi kısımların verileceği hakkında Rusya ile müzakerelere girişmiş bulunuyordu. Müzakerelerin teferruatı merkezî devletlere malûm olmamakla beraber tehlikenin büyüklüğü hakkında hiçbir şüphe yoktu. Diğer taraftan Romanya’ya karşı Bulgaristan’ın tesiri temin edilmişti. Eylül ortasında Bulgaristan, Romanya Hükümetine verdiği notada Romen ordusunun harbe iştiraki halinde hududu geçeceğini bildirdi ve 3-1. Teşrinde de ihtiyatları silâh altına celbetti. Türkiye’nin de aynı zamanda tehdit etmesi ve Tannenberg muzafferiyetinden sonra şöhreti artmış olan Hindenburg ordusunun Cenubî Lehistan’a hareketi Romanya’nın harp arzularını teskin etti. Şahsen Almanya’ya bağlı olan Kral Karol’un 10-1. Teşrinde tacını terk etmesi ile meydana gelen ciddî buhran bu suretle geçirildi. Karol’un yerine geçen Kral Ferdinand da bitaraflık taraftarı idi ve biraz sonra Alman-Avusturya ordusunun Lehistan’dan geri çekilmesine rağmen bitaraflıkta sebat etti.

1914 Eylül, 1. Teşrin:

Bu sayede çok şey kazanılmıştı. Fakat Romanya’nın vaziyeti Almanların petrol ve zahire ihtiyaçlarının ikmaline ve Bulgaristan ile Türkiye’ye malzeme ve cephane şevkine de tesir ediyordu; bu iki devlet Almanya’dan gelecek malzemeye muhtaç idiler. Sırbistan yolu kapalı idi; deniz yolunda ise düşman donanması hâkim bulunuyordu. Başlangıçta Romanya tarafından hiçbir muhalefet gösterilmemiş olmasına rağmen Eylül ortalarında müşkülât başladı ve Türkiye ile Romanya’nın tehditleri üzerine 2-1. Teşrinde Romanya toprağından cephane ve malzeme geçmesi büsbütün menedildi. Buna karşı bir vaziyet almak için merkezî devletlerin elinde hiçbir silâh yoktu. Romanya ahalisinin isteklerine tâbi olmayı Avusturya-Macaristan istemiyordu. Haklı olarak az bir tâbiiyetin bile za’fa hamledileceği ileri sürülüyordu. Almanya eskiden ısmarlanmış olan harp malzemesini gönderebilirdi. Bunların da bizzat alman ordusu aleyhine kullanılmak tehlikesi vardı. Buna mukabil Almanları mahrum etmek için itilâf devletleri Romanya’nın bütün zahirelerini satın almaya hazır idiler. Romanya’yı kazanmak için yapılan bütün gayretler boşa gitti. Türkiye ve Bulgaristan’a sevkiyat için başka bir yol bulmak lâzım geliyordu.

Tuna nehri yolundan istifade etmek düşünüldü. Kış yakın olduğundan ve buz tutma dolayısı ile aylarca nakliyat duracağından sevkiyat için acele etmek icap ediyordu. Tuna nehri Zemli’nden Oskrova’ya kadar 200 kilometre kadar imtidadında Sırbistan ile Macaristan arasında, bundan sonra 100 Km. den fazla Romanya ile Sırbistan arasında hudut teşkil etmekte ve ancak bundan sonra Bulgar arazisi gelmekte idi. Avusturya-Macar devleti nakliyat kafilelerinin Sırp sahillerinden maruz oldukları tehlikeye karşı kâfi emniyet tesisine imkân olmadığını bildirmişti.

1914-1. Teşrin:

Bu müddet zarfında Türkiye harbe girdi.[11] Çanakkale Boğazı daha 27 Eylül’de kapanmıştı. Bir ay sonra 29-1. Teşrinde Karadeniz’de donanmanın yaptığı bir akın ile Rusya’ya harp ilân etti.[12] Bu suretle sevkiyat ve ikmal işleri müstaceliyet kesbetmişti. Bulgaristan için 400 ve Türkiye için 200 vagon malzeme Macar demiryolları üzerinde beklemekte idi. Düşman tarafından Çanakkale ilk defa bombardıman edildikten sonra 11-2. Teşrinde İstanbul ve Sofya’daki Alman sefirleri tarafından yardım talepleri yükseldi. Sırbistan’ın şimali şarkî köşesinin işgali ile Tuna yolunun acele açılması isteniliyordu. Türkiye’ye sevkiyat için müzakerelerle meşgul olan hariciye nezareti de bu talebe muzaharet etmekte idi.

Birinci kânun başlangıcına kadar yol açılmazsa Türkiye’nin düşmanları ile anlaşarak sulh yapmasından başka çare kalmayacağı söyleniyordu. Bulgaristan’ın ilerdeki hareket tarzı yolun açılması ile alâkadardı.

Bu müddet zarfında şu talepler ile hiçbir münasebeti olmadan Avusturya-Macar ordusu tarafından Sırbistan’a üçüncü bir taarruz hareketi başladı.[13] Eylül zarfında Sırp ve Karadağ kuvvetleri Drina nehrini geçerek Bosna’ya girmişler ve Saray Bosna’nın 20 Km. kadar yakınına ilerlemişlerdi. 15-1. Teşrine kadar bu düşman kuvvetleri tekrar geriye atıldı. Bu suretle Cenup cenahını temin eden ve yeni takviye alan Ferik Potiorek tekrar bir taarruz hazırladı. Jeneral von Falkenhayn de selefi gibi Sırp seferlerine hiçbir suretle karışmak istemiyordu. 20-1. Teşrinde Jeneral von Konrad Alman Başkumandanlığı’ndan Lehistan cephesi için takviye kuvvetleri istemişti. Bunun üzerine Falkenhayn balkan cephesinde ne kadar Avusturya kuvveti bulunduğunu sordurdu ve bütün alâka bu sualden ibaret kaldı. Balkan cephesinde hâlen 11 fırka ile birkaç müstakil liva vardı. Birkaç gün sonra yeni bir sual üzerine Avusturya Başkumandanlığı yakın bir zaman zarfında Sırbistan’a karşı kat’î netice alınması beklenmediği cevabını vermişti. Bu vaziyette ciddî surette kuvvete ihtiyaç olduğundan Alman erkânıharbiye reisi asıl muharebe cephesinin takviyesi için Balkan cephesinden kıtaat alınmasını arzu ederdi. Müttefik Avusturya – Macar devletine karşı umumî surette takip edilen muhterizane hareket tarzı bu hususta da açıkça fikir beyanına mâni olmuş olsa gerektir.[14]

1914 2. Teşrin:

Galiçya cephesindeki ihtiyaca rağmen Ferik Potiorek ordular grubu tedricen 16,5 P. F.,[15] birçok işgal ve hudut muhafız kıtaları kuvvetine baliğ olmuştu. Düşman tarafında cephane buhranı da olduğundan bu üstünlük tekrar taarruza geçmek için kâfi görülüyordu. Aşağı Drina mıntıkasında bazı muvaffakiyetler kazanıldıktan sonra 6-2. Teşrinde Orta Drina mıntıkasında taarruz başladı ve ayın 15 ine kadar Sırplar Kolu- bara suyu gerisine kadar atıldı. Bu sırada Jeneral von Falkenhayn taarruzun ne derece muvaffakiyet ümidi olduğunu sormuş ve Şimalî Sırbistan’ın işgalde Tuna yolunun açılması için teklifte bulunmuştu. 16-2. Teşrinde hariciye nezaretinin tazyiki karşısında Sırbistan taarruzu için mahdut bazı alman kıtalarının sevkini de düşündü. Sırbistan şimali şarkisinin işgalinin ne derece mühim olduğunu takdir eden Jeneral von Konrad Negotin mıntıkasının zaptı için bir Alman fırkası gönderilirse kendisi de bir fırka vereceğini bildirmişti. Potiorek ordular grubunun taarruzu karşısında Sırp ordusunun büyük kısmı bağlı bulunduğundan bu kadar kuvvetin bu teşebbüs için kâfi gelebileceği düşünülüyordu. Alman kıtaatının kullanılış tarzım yerinde tespit için Potiorek ordular grubuna Kaymakam Henç gönderilmişti. Fakat bundan sonra Jeneral von Falkenhayn Sırbistan’a gönderilecek birliklerin Lehistan’a tahsis edilmiş olan Alman kuvvetlerinden alınacağını bildirince Rus cephesinin bu suretle zayıflatılmasına Jeneral Konrad muvafakat etmedi. Tuna yolunun açılması da bu suretle geri kaldı.

26 ve 28-2. Teşrinde Hariciye Nezareti Müsteşarı Zimmermann yeniden müracaat ederek Tuna yolunun açılmasını istedi ve elde bulunan kuvvetlerin hemen Sırbistan cephesine sevkle bir netice alınmasını, bu cephede asgarî kuvvetle azamî iş görülebileceğini bildirdi.[16] Fakat bu sırada Potiorek ordular grubunun kazanacağı muvaffakiyet ile Tuna yolunun açılması baklandaki ümitler bu ayın on beşinde Jeneral Konrad’ın tahminlerine nispetle daha mümkün ve müsait bir hale gelmişti. Kolubara nehri boyunda şiddetli muharebelerden sonra Sırplar yeniden ricate başladılar. 29-2. Teşrinde Sırpların kuvveti artık tükenmiş gibi görünüyordu. Sırpların Tuna-Sava nehri boyundaki mevzilerinin gerisine giden yol Belgrad civarında açılmıştı. Bunu takip eden günlerde Avusturya- Macar ordusunun Şimal cenahı Belgrat-Niş demiryoluna yanaştı. Bulgarların da harekete geçmek için Belgrad’ın düşmesini bekledikleri söyleniyordu. Buna nazaran şimdi Kay. Hençin vazifesi derhal Tuna üzerinde cephane nakliyatını hazırlamaktı. Nakliyatın himayesi Avusturya Macar Tuna filosu tarafından yapılacaktı.

1914 1. Kânun:

Sırp ordusunu takip eden Avusturya-Macar kuvvetleri çok zayiat vermişlerdi. Yolsuz olan taarruz arazisinde cephane ve erzak ikmali çok güç idi. Buna rağmen Ferik von Potiorek hiç durmadan taarruza devam etmek istiyordu. Cenup cenahtaki VI. Ordu Cenubu şarki istikametinde ve Şimaldeki ordu Şimali şarkî istikametinde ilerlediler ve V. Ordu 2-1. Kânunda Belgrad’ı işgal etti. Belgrad’ın ve Rus cephesinde 6-1. Kânunda Lodsın alınması bitaraf Balkan devletleri nazarında müttefiklerin şerefini bir dereceye kadar iade etmiş oldu. Fakat bu az devam etti. Zira biraz sonra Sırplar tarafından dağınık Avusturya-Macar ordusunun Cenup cenahına iyi hazırlanmış bir mukabil taarruz başladı. Birçok muharebeler neticesinde VI. Avusturya – Macar Ordusu Kolubara nehri üzerinden Şabaç istikametinde Sava nehrine atıldı. V. Ordu’nun Belgrat istikametinden Sırpların yanına taarruz için yaptığı teşebbüsler bir netice vermedi. Ferik Potiorek umumî ricat emrini vermeye mecbur kaldı. 1. Kânun ortalarına doğru Avusturya – Macar ordusu Sırp hududundan dışarı çıkmış bulunuyordu. V. ve VI. Ordular Sava nehri üzerinden Şimale alındılar. Zayıf bazı aksam Bosna hududunu temin etmekte idi. Tuna nehri üzerinden sevk edilecek ilk cephane kafilesinin birçok müşkülâttan sonra 15-1. Kânunda yola çıkarılmasına imkân hâsıl olmuştu. Fakat bu kafilenin Belgrat’tan geçeceği gece şehir tekrar Suplar tarafından işgal edildi ve kafile geri dönmeye mecbur kaldı.

Potiorek ordular grubunun muvaffakiyetsizlikleri belli idi. Verdiği zayiat harbîn başlangıcından beri 230000’i bulmuştu. Bu miktardan 40000’den fazlası düşmana esir olmuştu. Supların zayiatı bu miktarın ancak yarısını buluyordu.[17] Viyana ve Budapeşte’de düşmanın hududu geçerek takip etmesinden çok korkuluyordu.[18] Ferik Potiorek azledildi ve ordusunun erimiş olan birliklerine V. Ordu ismi verilerek Ferik Prens Öjen kumandası altında tekrar başkumandanlık emrine alındı.[19]

Balkan Hükümetleri nazarında Avusturya – Macaristan’ın itibarı çok azalmıştı. Bulgaristan’ın merkezî devletlere iltihakı için beslenen bütün ümitlerin şimdilik unutulması lâzım geliyordu.

15-1. Kânunda Türkiye’den Alman Başkumandanlığına yeni bir talep yapıldı. Askerî müşavir sıfatı ile İstanbul’a gitmekte olan Müşür Von der Golç yolda Bükreş ve Sof yaya da uğramıştı.[20] Golç Paşa henüz Potiorek ordular grubunun taarruzunun neticesi malûm değil iken vermiş olduğu raporda: Avusturyalıların yalnız başlarına bir iş göremedikleri Sırp cephesine alman birlikleri gönderilmesini tavsiye etmişti. Golç Paşa’nın fikrine nazaran: Şark Cephesindeki taarruz Vistül nehrine varınca Garp Cephesindeki taarruz gibi durmağa mahkûm idi. Bu vaziyette harbe devam için Balkan Devletlerinin yardımım kazanmak son derece mühimdi. Harbin müteakip safhasında müşterek bir Türk-Bulgar-Romen ordusu ile bir milyondan fazla bir kuvvetle Cenubî Rusya’ya taarruz etmek Golç Paşa’nın fikri idi. Ferik Moltke de böyle düşünmüştü. Jeneral von Falkenhayn bu fikri reddetmiyordu. Fakat lâzım olan kıtaat nereden alınacaktı? Potiorek ordular grubunun inhilalinden beri bu iş için kuvvete ihtiyaç 2. Teşrin ayındakinden daha fazla idi.

Jeneral von Falkenhayn azamî 3 fırka verebileceğini hesap ediyordu. Eğer Avusturya – Macaristan da bu kadar kuvvet verirse Negotin mıntıkası işgal edilecekti. Fakat Jeneral Konrad bu fikri reddetti. Alman birliklerinin Balkanlara gelmesini istemiyordu.[21] Kendi ordusu Sırbiye’de iki defa mağlup olduktan sonra bu zaferin Almanlara bırakılması hoşuna gitmiyordu. Eğer alman fırkaları gelse bile bunları ayrı bir kumanda altında Negotin mıntıkasına karşı kullanmayarak o zaman 95 000 nefer kuvvetinde olan Avusturya – Macar Balkan ordusuna takviye olarak vermek istiyordu.[22] Konrad’ın tahminine göre Sırplar 200 000 nefer kuvvetinde fakat çok yorgun ve taarruza gayri muktedir idiler. Esasen Jeneral Konrad artık harbin başlangıcında Almanların beyan ettiği düşünceye yanaşmış ve Sırplara karşı katı neticenin de Rus cephesinde elde edileceğini kabul etmiş bulunuyordu ve bütün kuvvetlerin Rus cephesine tahsisini istiyordu. Jeneral Falkenhayn Tuna yolunu açmak için lâzım gelen bütün kuvvetleri kendisi veremeyeceğinden teklifi reddedilmiş sayılırdı. Bilhassa Sırbistan’da kışın hareket için mutlak surette lâzım olan dağ teşkilâtı Almanya’da yoktu. Bu sebepten Müşür Golç Paşa’ya verdiği cevapta: Sırbiye’ye karşı bir hareketin tertibi ancak gelecek Şubatta kabil olabileceğini bildirdi. O zamana kadar cephane sevkı için Kaymakam Hençin tedarik edebildiği vasıtalardan istifade ile cephane nakliyatını gemilerle yapmaktan başka çare kalmıyordu. Zemlin’den hareketle kâfilerin geceden istifade sureti ile Sırp sahillerini geçebileceği Kaymakam Henç tarafından ümit edilmekte idi. Fakat 21-1. Kânun akşamı hareket eden ve bir Avusturya monitörü refakatinde bulunan ilk kafile daha Semendire’ye varmadan Sırp sahillerinden şiddetli ateş aldı. Nehrin üzerinde Orsova civarında çelik mânialar bulunduğu da haber alındığından teşebbüsün imkânsız olduğu anlaşılmıştı. Hasara duçar olan dubalar Temes nehrine çekilerek emniyete alındılar.

1914 senesi sonu:

1914 senesi nihayetinde Balkanda hâsıl olan vaziyet hiçbir suretle alman başkumandanlığının harbin başlangıcında ümit ettiğine uygun değildi. Türkiye ile ittifaktan Jeneral von Moltke’nin ümit etmiş olduğu faideler Romanya ve Bulgaristan’ın da iltihakı elde edilmeksizin meydana gelemez idi. Hakikatte boğazların kapanması İtilâf Devletleri’ni Rusya ile irtibat için çok dolaşık ve güç yollardan istifadeye mecbur etmişti. Kafkasya’da bazı Rus birliklerde Mısır ve Basra’da bazı İngiliz birlikleri Türkler karşısında bağlı kalmışlardı.[23] Fakat bu İngiliz birlikleri esasen Avrupa harbi için hesaba dahil edilmezdi. Cihadı mukaddes ilâm teşebbüsü bir netice vermemişti. Fakat Mısır ahalisinin isyan edeceği hakkındaki ümitler henüz bakı idi. Jeneral von Falkenhayn Türkiye için en mühim ve müstacel vazife olarak İngilizlerin Süveyş Kanalı mevzilerine taarruz edilmesini lâzım görüyordu. Yeni müttefikten edilen istifadeye mukabil merkezî devletler Türkiye’nin birçok ihtiyaçları ve müşkülleri karşısında kaldılar. Türkiye yolu açılmak için er geç kuvvetli Alman birliklerinin talî harekât sahalarında kullanılması lâzım gelecekti. Hariciye Nezareti ile Müşür Golç Paşa’nın bu hareketten ümit etmekte oldukları faideler ise ancak uzak bir atide elde edilebilirdi. Buna rağmen Türkiye’nin ittifakından sarfınazar edilseydi acaba daha iyi olmaz mı idi? Sualine menfi cevap vermek lâzım gelir. Harbin inkişafı Türkiye’nin uzun müddet bitaraf kalamayacağını göstermiştir. Merkezî devletler Türkiye ile ittifak etmeseydi İtilâf Devletleri Türkiye’ye tahakküm ederlerdi. Bu halde ise Avusturya – Macaristan’ı Rusya ve Balkandan tehdit eden tehlike daha büyük olurdu.

3-1915 2 . Kânundan Ağustos’a Kadar Olan Hâdiseler

1915 2. Kânun ve Şubat:

1915 senesi başlangıcında Alman ordusu umumî ihtiyatının Şark veya Garp cephesinde kullanılmasına karar vermek hususu halledilmesi lâzım gelen meselelerin en mühimini idi.[24] Jeneral von Falkenhayn buna rağmen ve Balkandaki vaziyeti, Hariciye Nezareti kadar buhranlı telâkki etmemekle beraber Negotin mıntıkasının işgalde Türkiye yolunu açmak lüzumunu gözden kaybetmedi. Şimdi de Jeneral von Konrad yalnız bu mıntıkanın işgalinin ilerisi için kâfi gelemeyeceğini söyleyerek itiraz ediyordu. 1. Kânun mağlûbiyetinin bitaraf Balkan Devletleri’ne yapmış olduğu son derece gayrimüsait tesiri sümek için Sırbistan’ın tamamıyla imhası lâzım geldiğinden Jeneral von Konrad Bulgaristan’ın da yardımı ile Sırbiye’yi büsbütün ortadan kaldırmak istiyordu.[25] Fakat bunun için elde kâfi kuvvet yoktu. Her iki erkânıharbiye reisi Rusya’ya karşı taarruzu daha lüzumlu bulunmakta idiler. Alınan cenup ordusunun da yardımı ile Karpatlar’da başlayacak taarruz Romanya üzerine de tesir yapacaktı. Aşağıda tafsil edileceği üzere askerî vaziyetin biraz müsaadesiz inkişafı ve İtalya’nın Avusturya’ya yaptığı şiddetli tazyikler Balkanda merkezî devletlerin vaziyetlerine de gayri müsait surette feshediyordu. Ruslar Bukovina’yı işgal etmişlerdi; daha ziyade ilerleyerek Karpatları aşmaları halinde yahut İtalya’nın da harbe girmesi takdirinde Romanya’nın hemen silâha sarılacağı Viyana’da hesaba katılıyordu. İtalya tarafından Arnavutluk’un bitaraflığı ihlâl edilmek sureti ile 1914 1. Teşrinde Avlonya limanı önündeki ada ve 25-1. Kânunda bizzat Avlonya şehri işgal edilmişti. İtalya bu suretle Adriyatik Denizi şark sahillerindeki menfaatlerini korumak istiyordu.

15 Şubat’ta İtalya birçok diğer isteklerle beraber[26] Avusturya – Macaristan devletinin Sırbistan’a karşı yeniden taarruza geçmekten sarfın zar etmesini talep etti. Bu talepnamede şiddetli bir tehdit lisanı kullanılmıştı.

Şubat ve Mart:

19 Şubat’ta İngiliz ve Fransızlar Çanakkale’ye taarruz edince Türkiye, müstaceldi Sırbistan’ın ortadan kaldırılmasını rica etti ve Almanya ile irtibatın açılması hayatî bir mesele olduğunu bildirdi. Bükreş ve Atina’da merkezî devletlerin vaziyetinin son derece gayrimüsait olduğu mütalea edilmekte idi. Ancak itilâf donanmasının Çanakkale’deki muvaffakiyetsizliği ve İtalya ile Avusturya arasındaki gerginliğin muvakkaten kaybolduğu[27] haberi alındıktan sonra buhran bir dereye kadar zail oldu. Yunanistan İtilâf Devletlerinin tehditlerine azimkârane bir surette ret cevabı verdi. Milletine sulhu temin etmek isteyen Kral Konstantin 6 Mart’ta Başvekil Venizelos’tan ayrıldı. Venizelos itilâf devletlerde beraber harbe iştirak taraftarı idi.

Çanakkale’nin denize karşı müdafaasını idare eden Amiral Uzedom 10 Mart’ta verdiği raporda: Cephane ve torpil gönderilmediği yahut denizaltı gemileri de müdafaaya iştirak etmediği takdirde tabyaların uzun müddet tahripten vikaye edilemeyeceğini bildiriyordu. Tuna üzerinden cephane sevki için yapılan yeni bir teşebbüste cephane gemisi Belgindin biraz aşağısında Sırpların ateşi ile batırılmak sureti ile akim kaldı ve gemideki 40 vagon cephane mahvoldu [31 Mart][28]. Denizaltı gemileri de yakın bir zamanda boğaza varamazdı. Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’yı da harbe sürüklemek gibi büyük bir hedefle düşman tarafından yeniden karadan ve denizden büyük bir taarruz hazırlanmakta olduğu anlaşılıyordu.

Türkiye hayat veya ölüm için mücadele etmekte idi. Elinde kâfi müdafaa vasıtaları yoktu. Eğer İtilâf Devletleri maksatlarına muvaffak olurlarsa Merkezî Devletlerin etrafındaki çember Cenubişarkîde de kapanmış olacaktı; bu halde Avusturya – Macaristan’ın vaziyeti harbe devam edemeyecek bir şekil alırdı. Bu vaziyette Sırbistan’a karşı taarruzu tahakkuk ettirmek için Jeneral von Falkenhayn elinden gelen her şeyi yaptı. Artmış olan alman umumî ihtiyatları buna imkân verecek gibi idi.[29] Garp Cephesinde tasavvur edilen taarruz geri bırakılarak yalnız Negotin mıntıkasının işgali ile iktifa edilmeyecek, bütün Sırbistan ezilecekti. 16 Mart’ta Jeneral Von Falkenhayn tarafından Hariciye Nezaretine Bulgaristan’ın da bu harekete iştiraki hakkında ümit olup olmadığı soruldu. Hariciye Nezareti verdiği cevapta Alman-Avusturya orduları Sırbiye’ye girerek ilerlemeye başlar başlamaz Bulgaristan’ın da Merkezî Devletlere iltihak edeceğini bildiriyordu. Bu ümit biraz emniyetsizdi. Jeneral Falkenhayn sefer başlamazdan evvel Bulgarların taahhüt altına girmesi lâzım geldiği hakkında ısrar ediyordu. Türk ordusunun da beraber tesirini düşündü. Fakat iki sene evvel Türklere ait olan bir mıntıkadan Türk ordusunun geçmesine Bulgarlar itiraz ediyorlardı.

Balkan meselelerinin tehlikesi hakkında Jeneral Von Konrad şüphe etmiyordu; fakat buna rağmen Karpatlardaki vaziyet ve Persemisel kalesinin kurtarılması Avusturya – Macaristan için hayatî meselelerden olduğundan muhakemelerinde en evvel bunları düşünmesi tabiî idi. Sırbiye’nin imhası ancak Rus cephesinde kazanılacak muvaffakiyet sayesinde tahakkuk edebileceği fikrinde ısrar etti.

18 Mart’ta itilâf filosunun Çanakkale’ye karşı ikinci ve kat’î taarruzu da akim kalmıştı. Müşür Golç Paşa 29 Mart’ta Jeneral Von Konrad’ı ziyaret ettiği zaman Türkiye’nin de iki kolordu ile Sırp seferine iştirak edeceğini ve Bulgaristan’ın da beraber harbe girmeye karar verdiğini[30] söylemişti.

Nisan:

Bu şuada Persemisel de düşmüş olduğundan Jeneral Von Konrad Sırbiye seferine daha mütemayil bir tavır aldı. Biraz soma Türkiye tahrirî olarak Sırbiye seferi için Bulgaristan’ın emrine iki kolordu vereceğini teyit etmişti. Fakat Bulgaristan’dan da müspet bir vait koparmak için yapılan bütün teşebbüsler boşa çıktı. Merkezî devletlerin müşkül vaziyette bulunmaları, Bulgaristan’da Rus taraftarı birçok insanlar bulunması, Rusya’nın İstanbul’a yürümek için Yamaya çıkarmak üzere bir ordu hazırladığı havadislerinin şayi olması Bulgaristan’ı ihtiyatlı harekete sevk ediyordu. 15 Nisan’dan sonra vaziyetteki buhran bir kat daha artmıştı. İtalya’nın itilâf devletleri ile beraber harbe iştirak edeceği haberi bu buhranın başlıca amilidir. İngiliz ve Fransızların Şarkî Akdeniz’de, Rusların Odesa civarında kuvvet topladıkları hakkında haberler boğazlara karşı yeni bir teşebbüsün yapılacağını göstermekte idi. 25 Nisan’da Çanakkale’ye ihraç başladığı zaman gerginlik son dereceyi buldu. Çanakkale’de şiddetli muharebeler başladı.

Mayıs:

2 Mayıs’ta Gorliç muzafferiyeti ile neticelenen müttefiklerin Galiçya harekâtı, alman garp ordusunun muvaffakiyetli müdafaaları ve bilhassa Türklerin Çanakkale’de azimkârane dayanmaları bitaraf Balkan Devletleri üzerinde müsait bir tesir meydana getirdi. Sırbiye’ye karşı müşterek bir hareket tertibi için Bulgaristan’ın müzakerelere girişmeğe hazır olduğu görülüyordu. Bu sebepten Jeneral Falkenhayn 13 Mayıs’ta Avusturya – Macaristan m da muvafakati ile Sofya Hükümetine müracaat ederek bir askerî itilâf akti teklifinde bulundu. Fakat tam bu sırada İtalya Müttefik Devletler aleyhine harbe girmeğe karar vermek üzere idi ve Luzitanya gemisinin batırılması sebebinden Amerika Hükümeti ile Almanya arasında ciddî ihtilâflar baş gösterecek gibi görünüyordu.[31] Bu sebepten Bulgaristan 19 Mayıs’ta ret cevabı verdiğinden Sırbiye’ye karşı sefer tahakkuk edemedi.

Beş aydan beri mutlak bir sükûnet devresi geçiren Balkan cephesindeki Avusturya Macar kuvvetleri Galiçya cephesindeki büyük ihtiyaca rağmen tedricen tekrar takviye edilmiş ve 240 000 tüfek kuvvetine çıkarılmıştı. Sırp ordusu 180 000 tüfek kuvvetinde olmakla beraber birçok mahrumiyetler ve hastalıklar dolayısı ile hareket kudretinden malınım olduğu anlaşılmakta idi. Alman erkânı harbiye reisi bunu haber alınca hayret etti; fakat Jeneral von Konrad bu takviyenin İtalya ve Romanya’nın harbe iştiraki ihtimaline karşı elde ihtiyat bulundurulması maksadıyla yapılmış olduğunu beyan etti ve Sırp cephesindeki ordunun çekil değini teşkil eden V. Ordu bu fikre tevfikan Haziran başlangıcında İtalyan cephesine nakledildi. Sırbiye cephesine yeni gelmekte olan alınan ihtiyatları bu kaydırmayı örtmek vazifesini aldılar. Sırbiye’ye karşı iki Avusturya – Macar fırkası ile diğer işgal kuvvetleri olarak Jeneral Terçiyanki Nadas kumandasında 177 000 neferlik bir ordu kalmıştı.

Bu sırada Balkan meselelerinin halli için yeni bir yol bulunmuşa benziyordu. Rusya tarafından filî ve seri bir yardım imkânı olmaması ve Adriyatik denizi siyasetinde Sırbistan’ın hasını olan İtalya’nın bu ande İtilâf Devletleri’ne iltihak etmiş bulunması dolayısı ile Sırbistan’ın münferit bir sulh müzakeresine girişmesi muhtemel görülüyordu. Bu sebepten Almanya 19 Mayıs’ta Bulgaristan’dan ret cevabı aldığı ve İtalya’nın ilânı harbi arifesinde Viyana Hükümetine müracaat ederek Sırbistan ile münferit bir sulh ihtimalini hatırlattı. Eğer böyle bir sulh yapılabilirse Bulgaristan ve Türkiye yolu açılacak, birçok kuvvetler başka cephelerde kullanılmak için serbest kalacaktı. Avusturya – Macaristan Sırbiye ile anlaşmak teşebbüslerinin bir netice vermeyeceğine kani olduğundan Sırbistan’ın ezilmesi fikrini müdafaa etmekle beraber eski müttefik İtalya’dan intikam almak fırsatını temin eden bu hal tarzına Jeneral Konrad da bu sebepten muvafakat etti.

20 Mayıs’ta Bulgaristan’ın ret cevabı ile İtalya’nın tehditkâr vaziyeti ve Galiçya’daki hareketin sükûnete inkılâp etmesi sebeplerinden her iki erkânıharbiye reisi evvelemirde Rus cephesinde taarruza geçmek fikrinde birleştiler. Bu karar neticesi olarak Balkan cephesinde ciddî buhranlar meydana geldi. İtilâf Devletleri Bulgaristan ile Sırbiye’yi birleştirmeğe çalışıyorlardı. Birçok arazi vadederek Bulgaristan üzerinde yaptıkları tazyik tesirden hali kalmıyordu. Buna mukabil Türkiye tarafından Meriç nehri boyunda yapılmasına muvafakat edilen hudut tashihatı kâfi bir muvazene teşkil etmiyordu; Bulgaristan’ın bu istikamette talepleri çok ileri gitmekte idi. Türk-Bulgar ihtilâfı bir harp tehlikesi meydana getirecek derecede büyüdü. Bunu bertaraf etmek için merkezî devletler Sırp arazisinden Bulgaristan’a daha büyük parçalar ayırmağa mecbur kaldılar; Bulgaristan’a Negotin mıntıkası da vaat edilerek Macaristan ile hem hudut olmasına muvafakat edildi[32]. Bundan başka Jeneral von Falkenhayn İtalya’nın harbe iştirakine rağmen Sırbive seferinin yapılacağı hakkında Sofya hükümetine teminat verdi.

Haziran başı:

Ümit ve intizar hilâfına olarak Türkiye şimdiye kadar iyi dayanmıştı. Türkiye’yi tanıyanların yedi aydan beri memleketin yakın bir inhilâle maruz okluğu hakkında beyan ettikleri iddialar hakikate uygun çıkmadı. Fakat Haziran başlangıcında hakikaten Türkiye’nin son hadde gelmiş olması tehlikesi vardı. Alınan sefiri 9 Haziran’da vermiş olduğu bir raporda şayet Romanya yolu ile cephane şevkinde acele edilmezse Çanakkale’nin ancak bir ay daha dayanabileceğini bildiriyordu; fakat Bükreş hükümetinin hareket tarzı buna imkân bırakmıyordu. Sırbistan ile müzakereye girişmek teşebbüsleri bir netice vermedi. Sofya’dan alınan fena haberler, İstanbul’daki alman sefirinin 30 Haziran’da vermiş olduğu bir rapor neticesinde Alman başvekili askerî vaziyet müsaade eder etmez Sırbistan’a karşı derhal taarruza geçilmesini 4 Temmuz’da istedi. Fakat bu taarruzun yapılması için esaslı hazırlıklar ve birçok kıtaat nakliyatı icap ediyordu.

Temmuz:

Bu hazırlıklara derhal başlanmış olsa bile bu andaki buhrana bir faide temin edilmiş olmazdı. Jeneral Falkenhayn Çanakkale’nin vaziyetini emin görüyordu: Jeneral von Konrad ile her noktada anlaşarak, bütün feryatlara rağmen evvelâ Lehistan’daki taarruzun yapılmasına karar verdi. Bu taarruzda muvaffakiyet ümitleri çoktu. 6 Temmuz’da başvekile verdiği cevapta: Türkler daha dört beş hafta kadar Çanakkale’de dayanırlarsa Rusya’nın mağlûp edilerek kavi bir ihtimal ile Bulgaristan ve hattâ Romanya’nın da merkezî devletlere iltihakı temin edileceğini bildirdi. Müteakip günlerde İstanbul’dan gelen iyi haberler İm fikri teyit etti. Müşür Golç Paşanın 8 Temmuz tarihli bir raporunda: «Türkiye yabancı bir yardım olmadan da dayanabilir » deniliyordu .

Temmuz sonu:

Türkler tarafından Çanakkale’nin üç aydan beri muvaffakiyetle müdafaası ve merkezî devletlerin Lehistan’da kazanmış oldukları zaferlerin tesirde Bulgaristan efkârı umumiyesinde değişiklik meydana geldi. Temmuz sonuna doğru Bulgaristan Hükümeti Alman karargâhı umumiyesinde bir askerî murahhas göndererek Sırbistan’a karşı yapılacak sefere iştirak şartlarını müzakereye hazır olduğunu bildiriyordu. Çar Ferdinand bu hareketle ihtiyatkâr hareket tarzını terk etmiş oldu. Bulgar efkârı umumiyesinin ve kralın artık kat’î surette merkezî devletlere iltihak lehine kazanılmış olduğu anlaşılıyordu. Eskiden beri Bulgaristan’da hâkim olan Rus nüfuzu azalıyordu. İstanbul ve Sofya hükümetleri arasındaki müzakerelerin de müsait bir safhada ilerlediği görülüyordu. Bulgaristan ile Almanya ve Avusturya – Macaristan arasında muahede imzalanır imzalanmaz Türkiye ile de bir ittifak muahedesi mer’iyete girmiş olacaktı.

Bulgaristan ile yapılacak olan askerî muahede için artık zemin hazırdı. Jeneral Konrad muvafakat etmişti. Bununla beraber bu son günlerde Rusya’ya karşı kazanılmış olan zaferlerin tesirde Sırbistan’ın münferit bir sulha celbini Merkezi Devletler bir defa daha tecrübe ettiler. Sırp ordusu Hazirandan beri Avusturya – Macar hududunda hareketsiz durmuş, yalnız bir kısım kuvvet Karadağ ordusu ile müştereken Arnavutluk’u işgal etmişti. Bu hareket İtalya’ya karşı bir emniyet tedbiri idi. 24 Temmuz’da Alman Başkumandanlık karargâhına gelecek olan salâhiyettar Bulgar murahhasının ziyareti Jeneral Falkenhayn taralından bu sebepten tehir edildi. Jeneral Konrad bugünlerde Avusturya İmparatorunun askerî kabine reisine yazdığı bir mektupta ayni fikirde bulunarak Sırbistan’a karşı taarruzun geri bırakılması ve Sırbistan’ın bu sırada sulh için kazanılması daha muvafık olacağını bildirmişti. Türkiye yolunun açılması için Sırbistan’a karşı yapılacak harekâta Jeneral Konrad tarafından çok ehemmiyet verilmiyordu. Bu husustaki teşebbüsleri Alman Erkânı harbiye Reisinin reyine terk etmişti. Sırbistan’ın Adriyatik denizi ve Selânik’e doğru büyümek arzuları Avusturya – Macar emellerini rahatsız edecek mahiyette idi. Bilhassa Sırp emelleri Almanlar tarafından yardım görmesini istemezdi. Zira Avusturya – Macaristan’ın Balkandaki menfaatleri yalnız siyasî değil ayni zamanda Almanlarınkine üstün ve İktisadî idi. Tuna nehri Avusturya – Macaristan’ın Karadeniz’e doğru ihracat yolu idi. (Belgrat-Sofya-Selanik) Şark demiryolu ile Selânik şubesi ve Manastır hattı Avusturya şirketleri tarafından yapılmış, sulh zamanında Avusturyalılar tarafından işletiliyordu. Mitroviça demiryolunda Yenipazar sancağından geçerek Bosna hatları ile birleştirilmesi mutasavverdi.

Ağustos başlangıcında Rusların acele ricati dolayısı ile tamamıyla imları hakkında şüphe hâsıl olduğundan Jeneral Falkenhayn Bulgarlar ile yeniden müzakereye başladı, fakat Almanya için daha faideli olan Sırbiye ile anlaşma işini hiçbir zaman unutmadı.

4 -Bulgaristan İle Askerî İtilâfın Yapılması

Temmuz sonuna kadar:

Bulgaristan ile askerî itilâfın akti için Türkiye ile anlaşmaktan başka aynı zamanda Romanya ve Yunanistan’ın da Bulgaristan’ın harbe iştiraki halinde bitaraf kalmalarım temin etmek icap ediyordu. Sofya hükümeti Bulgaristan’ın harbe girerek Sırplara karşı taarruzu halinde bu iki devlet tarafından gerilerinden tehlikeye maruz kalacağını söylüyordu. Bununla beraber Temmuz sonuna kadar Bükreş’ten alınan haberler Romanya’nın harbe iştirakine pek ihtimal verdirmemekte idi. Müttefiklerin Şark Cephesindeki büyük zaferleri, İtalyan taarruzlarının boşa çıkması fren tesiri yapmıştı. Yunanistan’da vaziyet daha güçtü. Yunanistan ile Sırbive arasında mevcudiyeti malûm olan ittifak muahedesi ahkâmına göre tarafeynden biri taarruza duçar olduğu takdirde diğerinin filen yardım etmesi lâzım geliyordu. Fakat bu ittifakın yalnız merkezî ve Balkan için yapıldığı umumî bir Avrupa harbinin hesaba katılmamış olduğu anlaşılıyordu. Bu sebepten Bulgarların harbe girmesine bir Avrupa harbi manzarası vermek sureti ile Yunanistan müdahale mecburiyetinden kurtarmağa imkân hâsıl olacağı ümit edilmekte idi. Bunun için evvelâ müttefik ordular Sırbistan’a girecekler, Bulgaristan sonradan harekete geçecekti, daha az fedakârlığı istilzam edeceği dolayısı ile Bulgaristan da bu hareket tarzına taraftardı. Bu hareket tarzının sevkulceyşî mahzurlarına katlanmak lâzım geliyordu. Bulgar murahhası ile müzakereler ve yapılacak diğer siyasî teşebbüsler için bu esas kabul edilmişti.

Jeneral Falkenhayn tarafından kaleme alman ilk ittifak projesinde Bulgaristan’ın Almanya ve Avusturya – Macaristan ile beraber Sırbistan’a karşı harbe girmesi ve ayrıca Romanya üzerinde de tazyik yaparak Sofya ve İstanbul’a sevkiyat için müsaade yahut müttefiklere iltihakının temini yazılı idi. 4:6 hafta müddet zarfında Sırp hududu boyunda Alman, Avusturya – Macar ve Bulgar ordularından altışar fırka toplanacaktı [Bulgarlardan asgarî 6 fırka]. Bulgarların arzusu üzerine bütün harekâtın idaresine bir Alman kumandan tayin idildi ve bu maksatla Müşür von Makenzen seçildi. Bu ittifak projesi 27 Temmuz’da Jeneral Korna’da gönderildi ve ertesi gün bazı tadilât teklifleri alındı. Meselâ Jeneral Konrad Romanya’nın İtilâfçılara iltihakı halinde Bulgaristan’ın Türkiye ile beraber Romanya’ya taarruz etmesini istiyordu. Altı Avusturya – Macar fırkasını bu taarruza tahsis keyfiyetini İtalya’nın bu müddet zarfında ilerleyerek devletin hayatî menfaatlerini tehdit etmemesine talik ediyordu. Fakat asıl Konrad’ın lüzumlu gördüğü şart ilkbahardaki müzakerelerde mevzuu bahsolduğu üzere 100000 neferlik bir Türk ordusunun da Sırp harekâtına iştiraki idi. Çabuk ve esaslı bir netice almak için bu iştiraki Jeneral Konrad elzem buluyordu.

Harekâtın Müşür von Makenzen idaresine ancak Avusturya – Macar Başkumandanlığı enirine verilmesi şartı ile muvafakat etmekte idi.

Yeniden ittifak projesini tashih etmek sureti ile Jeneral Falkenhayn hu teklifleri mümkün okluğu kadar hesaba kattı. Bu itilâfa iştirak hususu Türkiye’nin kendi reyine bırakılacaktı. Türkiye’nin Bulgaristan’ı her türlü tecavüzlere karşı filen imkân nispetinde koruyacağı ve bu maksatla icap ederse Bulgarların emrine Türk kıtaatı da vermeğe hazır bulunduğu şüphesizdi. Bulgaristan’ın Sırbiye’ye karşı yapacağı harekâta şimdi 10000 kişilik bir ordu ile iştirak etmesi Çanakkale’deki vaziyet dolayısı ile imkânsız bulunuyordu. Emir ve kumanda meselesinde Jeneral Falkenhayn Avusturya’nın arzusuna tamamıyla tâbi olamazdı. Bunun için harekâtın başlangıcından evvel verilmesi icap eden talimatın Alman Başkumandanlığı’nca ihzarı ve sonradan bu talimatta lâzım gelecek değişikliklere ve harekâta dair Müşür Makenze’nin diğer ordular başkumandanlıklarına da lüzumu kadar malûmat vermesi kararlaştırıldı. Bu suretle müttefikin arzularına imkân nispetinde uyulmuş olduğuna alman erkânıharbiye reisi kani idi.

3 ve 4 Ağustos:

Hariciye Nezareti bu itilâf nameyi muvafık buldu; yalnız bir ültimatom verilerek Romanya’nın tazyikini reddetti. Jeneral Konrad’ın yeniden mütalaası alınmadan 3 Ağustos’ta Plesde Falkenhayn Bulgar murahhası Kaymakam Gançef ile tekrar müzakerelere başladı. Doğrudan doğruya askerî meselelerde hiç güçlük çıkmıyordu, Bulgaristan muahedeyi imzaladıktan en geç sekiz gün zarfında yedi fırka seferber ederek seferberliğin 25. günü Sırp hududunda harekete hazır bir halde toplayacaktı. Bundan başka Bulgarların müttefiklerden 4 gün sonra harekete haşlamaları kararlaştırıldı. Siyasî meseleler üzerinde anlaşmak daha güç oldu. Bulgurlar kendileri seferberlik ilân eder etmez Yunanistan’ın da ayni suretle hareket edeceğini zannediyorlardı. Bu halde Bulgarlar fazla beklemeden Yunanistan’dan Drama, Kavala ve Serez mıntıkalarının tahliyesini talep ederek onları bir tarafa iltihaka mecbur edeceklerdi. Eğer Yunanistan bu teklifi reddederse harp ilân edilecekti. Bulgaristan bu harpte merkezî devletlerin yardımını ümit ediyordu. Fakat Almanya ve Avusturya harbin Yunanistan’a kadar genişlemesini istemiyorlardı. Bu sebepten Jeneral Falkenhayn Başvekâlet vasıtası ile Bulgarlara tebligat yaptırarak Bulgaristan’ın Yunanistan ile mütekabilen bitaraflık hususunda anlaşmasını tavsiye etti. Kaymakam Gançef bunu kâfi görmüyordu. Bulgaristan’ın Romanya ve Yunanistan’a karşı bitaraflığını muhafaza etmesi ancak bu devletlerin seferberlik ilân etmedikleri müddetçe kabil olduğunu söylüyordu. Neticede bu şartın kabulü lâzım geldi. Bulgaristan’ın istediği diğer hususlar yapılması kolay şeylerdi. Bulgaristan ancak geriden Dedeağaç’a düşman bir ihraç yaptığı halde Türkiye’nin askerî yardımını istiyordu. Dedeağaç limanı iki haftadan beri itilâf donanması tarafından abluka altına alınmıştı. Buna sebep olarak Türkiye ile muvasalanın kesilmek istendiği söylenmişti.

Bulgaristan’ın bir isteği de yol açılır açılmaz Karadeniz’e denizaltı gemileri ve Varna, Burgaz limanlarına Alman işgal kuvvetleri gönderilmesi idi. Rusya tarafından bir ihraç teşebbüsü halinde Bulgarlar bizzat ıslav Ruslara, kardeşlerine karşı silâh çekmek istemiyorlardı.

5 ve 6 Ağustos:

Jeneara1 Falkenhayn ile Kaymakam Gançef arasında tespit edilen askerî itilafın metni 5 Ağustos’ta Başvekile ve Jeneral Konrad’a gündelikli. Başvekil Von Betman Bulgaristan’ın Yunan seferberliği hakkında ihtirazî kayit tayininde ısrarına teessüf etmekle beraber itilâfnameyi tasdik etmişti.

Jeneral Falkenhayn Jeneral Konrad’a bir tahrirat yazarak Avusturya – Macar tekliflerine nazaran bu itilâfnamenin yegâne farkı Müşür Makenze’nin Alman Başkumandanlığı’ndan emir alacağının tasrihi olduğunu bildirmişti. Hareketin mürettibi Almanya ve Makenzen de Alman olduğundan ve ordunun büyük kısmını Alman ve Bulgar birlikleri teşkil ettiğinden bunun tabiî olduğunu Falkenhayn ilâve ediyordu. Ertesi gün cevap geldi. Avusturya – Macar Erkânıharbiye Reisi cevabında: Kendi tekliflerine, cevap verilmeden müzakereye devanı edilmiş olduğunu kayit ve Sırp seferinin Avusturya Başkumandanlığı tarafından idaresini icap ettiren askerî esbabı tafsilen zikrediyordu. Avusturya – Macar toprağından Sırbistan’a karşı yapılacak taarruzun Alman kumandası ile ve Alman Başkumandanlığı idaresinde bulunmasının Balkandaki Avusturya – Macar itibarı için bir darbe olacağı ve memleket efkârı umumiyesi için de gayrimüsait bir tesir hâsıl edeceği beyan ediliyordu. Cevapta aynen şu ifade vardı: Balkanda Avusturya – Macar ve Alman menfaatlerini himaye vazifesi teveccüh edecek olanlar daima biziz. Bu ande Sırbistan’a karşı harbi yalnız başımıza yapmaya vaziyet dolayısı ile muktedir olmamaklığımıza vaziyetin icbarı altında tâbi oluyoruz.

Bu sebepten Jeneral Konrad Makenzen’e verilecek emirlerin Avusturya – Macar Başkumandanlığı vasıtası ile verilmesini tekrar istiyordu. Bundan sonra tahrirî ve şifahî birçok muhallere cereyan etmesine rağmen anlaşmak kabil olmadı. Jeneral Konrad esasen Almanya’nın Balkana müdahalesine taraflar değildi. Bu mesele halledilmeyerek şimdilik muallâkta kaldı. Sırbistan’a karşı bir sefer tertibinden ise Rusya’ya karşı başlayan hareketin idame ettirilmesi bugünler zarfında birkaç defa Jeneral Konrad tarafından Alman Başkumandanlığına teklif edilmişti. Buna karşı Alman Erkânıharbiye Reisi Sırbistan seferinin mümkün olduğu kadar çabuk icrası halikındaki kararında sebat etti.

Fakat Jeneral Falkenhay’ının arzusu veçhile muahedenin derhal imzası kabil olamadı. Bu hususta umumî harp vaziyetinin de tesiri olmuştu. Ümit edildiği veçhile Rusya’ya karşı Müttefiklerin zaferleri katı bir şekil almamıştı. Ağustos başlangıcında Çanakkale’de İtilâfçılar yeniden taarruza başlamışlardı. Düşmanlar Bulgaristan’ın müttefiklere iltihakını menetmek için son bir teşebbüs olmak üzere faaliyetle çalışıyorlardı. Bu maksatla Türkiye’nin ve Sırbistan’ın zararına olarak Bulgaristan’a Trakya ve Makedonya’da arazi vaat ediliyordu. Yeni bir tazyik vasıtası olmak üzere 21 Ağustos’ta İtalya tarafından Türkiye’ye harp ilân edildi. Yunanistan’da itilâf taraftarı olan Venizelos tekrar başvekâlet makamına geçmişti. Fakat asıl gayrimüsait tesir yapan şey İngiliz vapuru « Arabik» in denizaltı gemileri tarafından batırılmış olmasının haber alınması idi. Bu gemide gene birçok Amerikan tebaası beraber batmıştı. Amerika’nın da harbe girmesi ihtimalleri tekrar ziyadeleşmişti.

Ağustos sonu :

Bu vaziyet karşısında Bulgaristan’ın askerî itilâfı tehir etmeğe çalışması anlaşılır. Kaymakam Gançef rapor vermek üzere Sofya’ya gitmişti, oradan ancak 22 Ağustos’ta döndü ve yeni talepler beyan etti. Bilhassa Sırbiye’ve karşı yapılacak hareket için askerî itilâftan başka uzun vadeli siyasî bir ittifak muahedesi projesi vardı. Bunun da aynı zamanda imzası talep ediliyordu. Muahede projesinde çok fazla talepler vardı. Arnavutluk’a kadar uzanarak Avusturya – Macar menfaatlerde karşılaşıyordu .

Eylül başlangıcı:

Siyasî müzakerelerin uzaması nispetinde askerî itilâfın imzası da gecikiyordu. Son dakikada bütün ümitlerin boşa çıkması ihtimali baş göstermişti. Bu sebepten 24 Ağustos’ta Meklenburg Prensi Sofya’ya gönderildi. Jeneral Falkenhayn Prensin müzakerelerinin neticesini sabırsızlıkla bekliyordu. 31 Ağustos ve 1 Eylül’de Başvekâlete müracaat ederek çabuk karar ve tedbirler alınmak lüzumunu bildirdi. 2 Eylül’e kadar henüz bir cevap alınamayınca bizzat Prens Meklenburg’un Bulgar Çarına müracaat etmesini bildirdi. Son dakikada Avusturya-Macar Başkumandanlığı ile de ihtilâflar baş göstermişti.

Eğer Bulgarista’ın yardımı temin edilemezse Avusturya – Macar ordusunun Sırbistan harekâtına iştiraki ancak daha, fazla alman kuvvetlerinin tahsisi halinde kabil olabileceğini Jeneral Konrad bildirmişti. Bunun üzerine Jeneral Falkenhayn itilâfın gecikmesi halinde Almanların 12 fırka tahsis edeceklerini vadetti. Müşür Makenzen’in hangi başkumandanlık emrinde bulunacağı meselesinin halli daha fazla müşkülât gösteriyordu. Bu hususta 5 Eylül 1915 tarihinde şöyle yazıyor : « Birçok münakaşalardan sonra nihayet Avusturya – Macaristan’ın isteğine razı oldum. Netice i ti bar il e verilecek emrin şu veya bu makamdan verilmesinin ehemmiyeti yoktu. Seferin Almanlar tarafından tertip edildiğini herkes biliyordu. Fakat buna mukabil Kaymakam Gançef itiraz etti ve Avusturya – Macaristan’ın Balkanlarda itibarı azalmış olduğundan harekâtın idaresi Avusturya – Macar Başkumandanlığına verildiği takdirde Bulgaristan’da çok fena bir tesir yapacağını beyan etti». Bu sebeplerden kumanda mes’elesini itilâfnamede meskut geçmek ve Jeneral Konrad ile şifahen halletmekten başka çare kalmıyordu.

Bu müddet zarfında siyasî ve askerî vaziyette bir açıklık meydana geldi. Almanya «Arabik» vapuru meselesinde 30 Ağustos’ta Amerika ile anlaşmıştı. Romanya Kıralı Ferdinand Rus cephesindeki vaziyet karşısında hiçbir zaman Merkezî Devletlere harp ilân etmeyeceğini beyan etmişti. Fakat bununla Bulgaristan’ın endişeleri büsbütün sükûnet bulmuş olmuyordu. Romanya hududunun korunmak mecburiyeti karşısında Müşür Makenzen’in emrine evvelce kararlaştırıldığı gibi altı fırka değil; ancak dört fırka verebileceğini 3 Eylül’de bildirdi. Jeneral Falkenhayn buna da razı oldu. Yunanistan’da Başvekilin harp taraftarı olmasına rağmen bitaraf kalmakta devam edileceği anlaşılıyordu. Türkiye ile Bulgaristan arasında nihayet bir anlaşma olmuştu. Harp sahalarından gelen haberler de müsait idi. Çanakkale’de İngiliz ve Fransızların yapmış oldukları bütün teşebbüsler boşa çıkmıştı. Merkezî Devletlerin Garp ve İtalyan cepheleri sağlamdı. Şark cephesinde Müşür Hindenburg Wilna’dan ilerleyerek düşmanın Şimal cenahını kuşatmak için taarruz ediyordu. Ruslar Lehistan’dan geri çekilmekte idiler. Avusturya – Macar orduları da Rus cenup cenahına taarruz etmekte idiler.

5 Eylül:

Bu vaziyette nihayet 5 Eylül’de askerî itilâfın imzalanması için Çar Ferdinand’ın muvafakati alındı. Aynı gün zarfında Müttefik Devletlerin Erkânıharbiye Reisleri de münazaunfih olan Makenzen ordusunun kumanda ve nispeti meselesinde anlaştılar. Askerî itilâf mucibince başlangıçta Makenzen ordusuna verilmiş olan talimatı değiştirici mahiyette olan emirler Avusturya – Macar Başkumandanlığı tarafından ve diğer bütün emirler de daha evvel Avusturya – Macar Başkumandanlığı ile anlaşmak şartı ile Alman Başkumandanlığı tarafından verilecekti. İtilâfname metninde kumanda ve irtibat meselesihin zikredilmemesine Jeneral Konrad muvafakat etmişti. İtilâf metni Jeneral Falkenhayn tarafından imza edilmekle müphem ve ehemmiyetsiz telâkki ediliyordu. Fakat Jeneral Konrad gerek İmparatora karşı kendi şahsını küçük düşürmemek ve gerek Viyana hükümeti azasına karşı mahkûm bir vaziyete düşmemek için bu kayıtlara lüzum görmüştü.

6 Eylül:

6 Eylül’de askerî itilâf Ples’de imza edildi. Ertesi gün Prens Alber Sofyad’a Bulgaristan’ın arzu ettiği dostluk ve ittifak muahedesinin de imza edildiğini bildiriyordu. Bu muahedenin hali hazır vaziyeti için ehemmiyetli olan maddeleri mahrem bir kısım teşkil ediyordu. Bulgaristan’ın Sırbiye’ye karşı yapılacak harekâta iştirak etmesine mukabil kendisine Sırp Makedonya’sından başka eski Sırbistan arazisinden de Parçalar verilmekte, fakat Romanya ve Yunanistan arazisi üzerindeki hakları ve istekleri ancak bu devletlerin Bulgaristan tarafından tahrik edilmeden harp ilân etmelerine talik olunmakta idi.

Bizzat askerî itilâfname Sırbistan seferinin teferruatını tanzim ediyordu. İtilâfın akünden 30 gün sonra merkezî devletler asgarî altışar fırka ve 35 gün sonra Bulgurlar asgarî dört fırkayı eski Sırbiye hududunda harekete hazır bir halde toplamayı taahhüt etmekte idiler. Bundan başka Bulgaristan asgarî bir fırkalık bir kuvvetle Sırp Makedonya’sını işgal edecekti. En geç itilâ imamenin imzasından 15 gün sonra seferberlik ilân etmesi lâzım geliyordu. Avusturya – Macar ve Alman ordularının hareketinden 5 gün sona Bulgarlar harekete başlayacak idiler. Müttefiklerden herhangi birisine düşmanın taarruzu halinde mütekabilen yardımı vaat ediyordıı. Diğer taraftan Bulgaristan Romanya ve Yunanistan’a karşı harekât bitinceye kadar mutlak bir bitaraflık muhafaza edeceğini vadetmekte idi; fakat bunun için şart bu devletlerin seferberlik yapmaması, Sırp arazisini işgal etmemesi ve bitaraflığı taahüt etmesi idi.

6 Eylül’den sonra:

Türkiye bu askerî itilâfa 14 Eylül’de iltihak etti. Daha evvel Meriç nehri boyunda Edirne hariç olmak üzere bir hudut mıntıkasının Bulgaristan’a terki kararlaşmıştı. 6 Eylül’de harbin başlangıcından beri Bulgaristan’ın kazanılması için yapılan teşebbüsler merkezî devletler lehine olarak halledilmiş bulunuyordu. Bu muvaffakiyet siyasî ve askerî bakımdan ehemmiyetli idi. Sırbistan ile anlaşmak için yapılan bütün teşebbüsler neticesiz kalmıştı. Sırbistan m ezilmesi sayesinde tehlike içerisinde bulunan Türk müttefikine irtibat açılacak ve Avusturya – Macaristan Devleti’nin yanındaki tehlike bertaraf edilmiş olacaktı . Bu suretle Balkan yanından Avusturya – Macaristan emniyet altına girmiş olacaktı. Bundan sonra müttefik devletler Baltık denizinden Kırmızı deniz ve Basra körfezine kadar gediksiz bir mıntıkada hâkim vaziyete gireceklerdi. İşlerin bu inkişafını ümit eden Jeneral Falkenhayn daha 30 Ağustos’ta bir «Orta Avrupa Devletleri Birliği»» tesisi fikrini ileriye sürmüştü . Fakat alman başvekilinin kanaatine göre bu teşebbüsün hakikat olması için henüz siyasî vaziyet müsait değildi.

Sırbistan’a karşı yapılacak sefer ancak askerî itilâfın imzasından bir ay sonra başlayabilecekti. Avusturya – Macar sefirinin Sırbiye’ye karşı bir taarruz halinde ne suretle hareket edileceği sualine karşı 8 Eylül’de Romanya Başvekili Bratianu « Sırbistan’ın müdafaası Romanya’ya ait değildir» cevabını vermişti. Almanya’nın tavassutu ile Bulgar ve Yunan münasebetleri de düzelmişti. Yunanistan’ın Toyran ve Gevgili Sırp mıntıkaları üzerindeki hakkını Bulgaristan tanımış ve her iki devlet tarafından bu mıntıkanın işgal edilmeyeceği vaat olunmuştu.

19 Eylül’de Sırpların Belgrat ve Semendere mevzilerinin ateş altına alınması müttefik devletlerin taarruzu için bir başlangıç teşkil etti. Bu hareket, aynı zamanda Bulgaristan’ın seferberlik ilânı için kararlaştırılmış bir işaret idi. Çar Ferdinand 22 Eylül’de seferberlik emrini verdi. Romanya bu tedbire karşı sükûnetini muhafaza etmekle beraber Yunanistan Başvekili Venizelos 23 Eylül’de umumî seferber olma ile mukabele etmişti. Sofya’da endişe hâkim olmakla beraber işlerin cereyanını bozmamak için Atina’da hiçbir teşebbüs yapılmadı. Kral Konstantin yalnız kendi bitaraflığını muhafaza etmek istiyordu. Fakat Başvekil Venizelos Sırbistan ile beraber harbe girmek taraftarı bulunuyordu; kendi plânlarının tahakkuku için kiralın malûmatı olmaksızın itilâf devletlerine müracaat ederek Selânik’e kuvvet çıkarılmasını istemişti. Buna son derece hiddet eden Kral Konstantin Venizelos’u istifaya mecbur etti. Venizelos’un yerine iktidar mevkiine geçen hükümet Yunanistan ile Sırbiye arasındaki ittifakın Balkan Harbine ait olduğunu, büyük devletlere karşı yardım mevzuu bahsolmadığını beyan ederek Sırbistan ile müşterek hareketi reddetti. Yunanistan bitaraf kalmakta devam niyetinde idi; fakat yiyecek tedariki mecburiyeti ve sahillerinin hah dolayısı ile denizlere hâkim olan İtilâf Devletlerinin ihracına karşı koyamazdı.

Bu vaziyette müttefiklerin Sırbistan’a karşı yapacakları taarruzun komşu devletler tarafından taciz görmeyeceği anlaşılıyordu.

B ) 1915 SENESİ NİHAYETİNE KADAR TÜRK HARBİ

I-Müttefik Sıfatı ile Türkiye’nin Ehemmiyeti

1914 senesi yazı:

Türkiye 2 Ağustos’ta Almanya ile ve birkaç gün sonra Avusturya – Macaristan ile ittifak muahedesi imza etmişti. Bu ittifaktan bazı faideler ümit edildi. Türk ordusu 200 000 : 300000 neferlik bir takviye sayılırdı. Ayrıca 1 milyon ihtiyat efradı da vardı. Fakat bunlar için teçhizat ve teslihat bulmak talim ve terbiyelerini yapmak lâzım geliyordu. Harp mıntıkasının Balkan ve Yakın Şarka kadar genişlemesi Rusya’ya ve İngiltere’ye karşı taarruz imkânları verecekti. İngiltere’nin dünya nüfuzuna Avrupa’da bir darbe vurmak kabil değildi. Türkiye hem Avrupa ve hem Asya devleti idi. Balkan yarımadasında Türkiye’nin elinde kalmış olan parça Avrupa cenubuşarkîsinde vaziyet üzerinde tesir göstermesine imkân vermekte idi. Eğer evvelce ümit edildiği gibi Romanya’da iltihak ederse Türk, Bulgar, Romen kuvvetlerde Cenubî Rusya, ciddî surette tehdit edilebilirdi. Türkiye’nin Asya’daki hudutları Rusya’nın Kafkas mıntıkası ile, İngiliz hakimiyeti altında bulunan Mısır ve Basra körfezi ile kısmen İngiliz ve kısmen Rus nüfuzu altında, bulunan İran ile komşu bulunuyordu. Türkiye’nin bu mıntıkalara, taarruzu Bakû’dan petrol sevkiyatını ve İngilizlerin Hindistan irtibatım tehlikeye düşürürdü. Bakû petrolleri Cenubî Rusya’nın hayatı için elzemdi. Fakat Türkiye’nin müttefikler için başka ehemmiyetleri de vardı. Türkiye’nin elinde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazları sayesinde Rusya’nın itilâf devletlerde en kısa rabıtası kesilmiş oluyordu. Türkiye hükümdarı Halife sıfatı ile Afrika ve Asya içerilerine kadar bütün İslâm halkı üzerinde manevî bir tesire malikti. Bu islâm ahalinin büyük bir kısmı İngiliz, Fransız ve Rus hakimiyeti altında idiler. Mukaddes Cihat ilânı halinde bu mıntıkalarda karışıklık çıkabilirdi. Bu halde ellerindeki araziyi muhafaza, için itilâf devletleri Avrupa cephesinde kullanacakları kuvvetten bir kısmını buralarda bırakmağa mecbur kalacaklardı.

Diğer taraftan Türkiye ile bir ittifak Almanya ve Avusturya – Macaristan’a bir yük teşkil ediyordu. Türkiye’nin Almanya’dan yardım istemesi tabiî idi. Türk harekât sahalarındaki muvaffakiyetsizliklerin Avrupa cephelerine tesir göstermesi muhtemeldi.

Türk Başkumandanlığının yenmeye mecbur olduğu güçlükler fevkalâde büyüktü. Memleket ve ordu senelerden beri devam eden ihtilâller, mağlûbiyetler ve fena idare yüzünden yıpranmıştı. Büyük Harp çıktığı zaman Türkiye yeni bir ıslahat devresine başlamış bulunuyordu. İdare teşkilâtında iyileşme ve terakki baş göstermişti. Fakat uzun zamandan beri yapılan yanlışlıkların tashihi ancak tedricî olabilirdi. Ordu baştanbaşa yeniden tensik edilmek üzere idi.

1913-1. Kânundan beri Müşür Liman von Sanders Paşa riyasetinde bir heyet bu iş için çalışmakta idi. Talim ve terbiyenin yeni esaslar üzerine bina edilmesi ve Balkan harbinde elden çıkarılmış olan harp malzemesinin yeniden tedariki icap ediyordu. Cephane az idi. Yalnız piyade ve sahra topçusu için mahdut miktarda cephane İstanbul’da yapılabilmekte, ağır topçu cephanesinin hariçten tedariki lazım gelmekte idi. Bir İngiliz heyeti tarafından ıslah edilmekte olan Türk donanmasının harp kıymeti azdı. Talim ve terbiye noksan, gemiler eski idi. İngiltere’ye sipariş edilmiş olan iki büyük hattı harp gemisi 1914 senesinde teslim edilecekti.

Türkiye’nin kuvvet kaynağı olan İstanbul ile Anadolu hudutları arasındaki mesafenin büyüklüğü ve irtibat yollarının fenalığı harbin sevk ve idaresini bir kat daha güçleştiriyordu. İstanbul’dan Kafkas hududuna kadar 1100 Km. ve Mısır hududuna kadar 1000 Km. mesafe vardı. Basra-İstanbul mesafesi 2400 Km. yi buluyordu. Bu hudutların hiçbirisine doğru bir demiryolu mevcut değildi. İkmal için başlıca vasıtayı teşkil eden hat Haydarpaşa’dan Anadolu’ya giden ve Almanlar tarafından yapılmış olan tek hatlı Bağdat demiryolu idi. Bu demiryolunun Kafkas cephesi için son istasyonu olan Ulukışla’dan Erzurum’a kadar daha 800 Km. mesafe vardı Kafkas cephesindeki ordunun denizden ikmalini temin edebilmek için donanmanın kuvveti kâfi değildi. Düşman tarafında ise demiryolları hududun hemen gerisine kadar geliyordu. Memleketin Cenup mm takası ile de irtibat ayni halde idi. Demiryolu Bağdat ile ve Basra ile irtibat tesisi için inşa halinde idi, fakat bu işin meydana çıkması için seneler lâzımdı. Toros ve Amanos gibi iki büyük dağ zincirinin delinmesi icap ediyordu; bu iş meydana gelinciye kadar bu mıntıkada iki defa aktarma yapmak lâzımdı. İskenderun körfezi civarında demiryolu sahile çok yakın olduğundan düşman ihracı ile kesilmek tehlikesi vardı. Harpte demiryolu ikiye ayrılarak bir kol Cenuba inmekte ve diğeri Musul-Bağdat istikametinde inşa olunmakta idi. Cenuba, Surive’ye giden hat eskiden inşa edilmişti. Rayak’tan itibaren dar hat halinde Hayfa’ya kadar devam ediyordu; daha aşağıda Mısır hududu istikametine uzatılmamıştı. Şamdan Hicaza giden demiryolu Mısıra karşı yapılacak harekât için kullanılamazdı. Buna karşı Mısır dahilinde kara ve deniz irtibat yollan iyi idi. Bu vaziyet dolayısı ile İstanbul’dan bindirilen ve Cenup harekât sahasına giden kıtaat ve malzeme ancak haftalarca zaman geçtikten sonra Suriye’ye varabiliyordu. Bundan sonrada yine haftalarca yaya yürüyüşle ve Fırat nehrinde zahmetli kelek nakliyatı ile Mısır hududuna ve Basra mıntıkasına gidiliyordu. Anadolu hudut mıntıkalarının nüfusu az ve iktisaden zayıf idi. Yol, mesken, su gibi Avrupa harekât sahalarında her yerde bulunan vasıtalar buralarda ender idi. Toprağın verdiği mahsul ancak ahaliye kâfi gelebilirdi; ordunun ihtiyacının çok uzaklardan celbi lâzımdı. Irak ve Cenubî Filistin kurak aylarda çöl haline geliyordu. Buna mukabil Türk — Rus hududu yüksek dağlık mıntıka halinde 5000 M. ye kadar yükseliyordu. Bir taraftan şiddetli sıcak diğer taraftan en sert bir soğuk ordu üzerinde şiddetli tesirler göstermekte idi. Bundan başka Şark vilâyetlerinde büyük kısmı Rum ve Ermeni olan ahali t ürk idaresine karşı muhalif vaziyette idi ve hazan filen mukavemet gösteriyordu. Memleketin Cenup kısmında

Araplar vardı. Bunlar Müslüman olmakla beraber Türklerle aralarında büyük zıddiyet bulunuyordu.

Avrupa tarafındaki Türk harekât sahası olan Trakya ve boğazlarda müşkülât bu derece fazla değildi. İstanbul’a olan mesafe az ve Şark demiryolu Trakya’nın ortasından geçmekte idi Karadeniz Boğazı İstanbul’un hemen yanında bulunuyordu. Çanakkale’ye demiryolu mevcut olmamakla beraber oradaki ordunun ihtiyacı Marmara denizi üzerinden teinin edilebilirdi.

Alman Başkumandanlığı Türkiye ittifakından harbin umumî sevk ve idaresi için azamî istifadeyi temine çalışmakta idi. Balkan Harbinin Türkiye iktisadiyat ve harp kudretine vermiş olduğu zararlar henüz meydana çıkmadığından Büyük Harpte görülecek güçlükler ne Alman ve ne de Türk Başkumandanlığıma tamamıyla malûm değildi. Almanya düşman tarafındaki İslâm ahalinin ihtilâle şevkini ve İran ile Afganistan’ın Almanya lehine harbe girmesini istiyordu. Rusya ve İngiltere’ye karşı Türkiye’nin filen harekâta geçmesini bekliyordu. Türkiye tarafından İngiltere’ye karşı yapılacak hareket İngilizlerin en zayıf bir yeri olan Süveyş Kanalına tevcih edilecekti. Rusya’ya karşı bir kısmı kuvvet Kafkas cephesinden ve asıl kuvvetler Karadeniz Garp mıntıkasında kullanılacaktı. Fakat bu hareket için ilk şart Bulgaristan ve Romanya’nın da müttefiklere iltihakı idi. Bu sebepten bu devletlerin iltihakını temin için son derece çalışılıyordu. Alman Başkumandanlığı Türkiye tarafından mümkün olduğu kadar çabuk harekâta başlanmasına çok ehemmiyet veriyordu.

3 Ağustos 1914:

İstanbul Hükümeti bütün bu isteklere muvafakat ediyordu. Ancak Alman Başkumandanlığı’nın istediği gibi Rusya’ya derhal harp ilâm yapılamadı. Zira henüz hazırlıklar tamam değildi. 3 Ağustos’ta ilân edilen müsellâh bitaraflık sayesinde seferber olma ve yığmak-yapıldı. Başkumandanlığa Enver Paşa geçti. Harbiye Nezareti de gene uhdesinde kaldı. Başkumandanlık Padişahta olmak lâzım geldiğinden Enver Paşa kara ve deniz kuvvetleri için Başkumandan vekili naspedildi. Bu suretle yeni devleti kuran ve 1913’te Edilmenin istirdadında büyük şöhret kazanan bir şahsiyet ordunun başına geçmiş oluyordu. Enver Paşa coşkun bir vatanperver, sarsılmaz azim sahibi bir zat idi. Memleketinin terakkisinin en iyi olarak sıkı surette Almanya’ya dayanmak sureti ile olabileceğine kanaati vardı. Kendisi 1908 senesinde ataşemiliter sıfatı ile Berimde Almanya’yı ve alman ordusunu tanımıştı. Alman ve Türk Başkumandanlıklarının beraber çalışması için en elverişli bir tedbir Türk Başkumandanlık karargâhının en mühim şubelerinin Alman askerî heyetine mensup zabitlerin eline verilmesi ve Erkânıharbiye Reisliğine de Jeneral Bronzart Paşa’nın tayini idi.

Diğer Alman zabitleri de tedricen Türkiye’ye gittiler. Bilhassa 1914 1. Kânunda Müşür Golç Paşa Türkiye’ye geldi. Kendisi Türk ordusunun tensikı için 1883 senesinden 1895 senesine kadar Türkiye’de bulunmuş ve daha sonraları da Türk hizmetinde iyi işler görmüştü.

1914 Eylül başlangıcı:

Türk Başkumandanlığının esas düşüncesi: Kat’ı neticenin alınacağı Avrupa harp sahasındaki harekâta çabuk bir netice almak için azamî yardım yapmak idi. Netice olarak Türkiye’nin mukadderatı da buna bağlı bulunuyordu. Enver Paşa müttehit bir kumanda lüzumuna kani olduğundan Türk ordusunun harekâtını Alman Başkumandanlığının isteklerine uydurmağa gayret ediyordu. Türk ordusunun kuvveti 13 kolordu ve 2 müstakil fırka idi. Fakat bu birliklerin muharebe kudretleri muhtelif olmakla beraber ayni alman birliklerine nispetle daha zayıf idiler. Kolordulardan en iyi talim ve teçhiz edilmiş olan altısı 200 000 nefer kuvvetinde olarak İstanbul civarında toplandı. Bunlar I. ve II. Orduyu teşkil ediyorlardı. I. Ordu Liman Paşa ve II. Ordu Cemal Paşa kumandasında idi. Bu orduların vazifesi İstanbul ve Çanakkale boğazlarında bir ihraca karşı İstanbul’un temini idi.

Harbin başlangıcında vakit vakit şüpheli bir vaziyet gösteren Bulgaristan’a karşı da temin vazifesi hu ordulara aitti. Eğer İstanbul’a karşı düşman teşebbüsü olmazsa orduların büyük kısımları Cenubî Rusya’ya yahut Romanya’ya karşı kullanılacaktı. Bulgaristan ve Romanya’nın tavırları dolayısı ile kara yolu kapalı kalınca bu kuvvetlerin Karadeniz’den Odesa’ya nakli ve ihracı düşünüldü. Fakat 10 Ağustos’ta Goben ve Breslav harp gemilerinin Çanakkale’den girerek iltihak etmiş olmasına rağmen Türk donanmasının bu ihracı himaye edecek kudrette olmadığı anlaşıldığından az zaman sonra bu tasavvurdan vazgeçildi. İngiltere’de yapılmakta olan yeni gemilerden ümidi kesmek icap ediyordu. Kafkasya’ya taarruz için Hasan İzzet Paşa kumandasında 2,5 kolordu ile müteaddit süvari fırkaları Erzurum civarında toplandı [III. Ordu].

Filistin ve Suriye’de toplanan 2 kolordu kuvvetinde IV. Ordu Zeki Paşa kumandasında olarak Suriye sahillerde İskenderun körfezi sahillerini temin etmekte ve Mısıra karşı bir sefer hazırlamakta idi. Alman idaresi altında bir demiryolunun Filistin’den Cenuba doğru inşasına başlandı. Düşman tarafından istifade edilmesi muhtemel olan Hayfa demiryolunun rayları sökülmekte idi. Daimî karışıklıklara sahne olan Hicaz ve Yemende zayıf bazı kıtaat kaldı. Irak’ta ve Anadolu sahillerinde korunma tedbirleri alındı. Bu işlerle beraber Cihat ilânı ile bütün İslamların ihtilâle sevkı ve İran ile Afganistan’ın da harbe iştirakini temin için teşebbüsler yapılmağa başlandı.

1914 Eylül, 1. Teşrin:

Eylül ortasında Şark ve Garp Cephelerindeki müşkül vaziyet müttefikleri Türkiye’nin derhal harekâta başlaması için teşebbüs ve tazyik etmeye mecbur etmişti. Türkiye’nin hazırlıkları ve bilhassa Çanakkale c İstanbul boğazındaki tahkimatı bir dereceye kadar terakki etmişti. Enver Paşa harbe girebileceğini zannediyordu. Fakat Enver Paşa bu arzusunda kabinenin şiddetli muhalefetine maruz kaldı. Müttefiklerin gayrimüsait vaziyeti ve Balkan devletlerinin şüpheli vaziyetleri dolayı- sile kabine katı harekete geçmenin geciktirilmesi taraftarı bulunuyordu. Eylül nihayetinde Çanakkale boğazı her türlü seyrüsefere karşı kapandı. Boğazdan dışarı çıkan bir Türk torpido gemisinin İngiliz harp gemileri tarafından tevkifi bu tedbire sebebiyet vermişti. Ancak 1. Teşrin nihayetinde Enver Paşa Amiral Suşon kumandasında Karadeniz’e çıkan Türk donanmasına Rusya’ya karşı muhasamata başlanmak emrini vermek kudretini gösterebildi. Rus harp gemilerde musademe ve 29-1. Teşrinde Rus sahillerinin bombardıman edilmesi Türk kabinesini bir emrivaki karşısında bırakmıştı. Muhasamat bu suretle başlayarak Türkiye ile Rusya arasında münasebat kesildikten sonra 2. Teşrin başında İngiltere ve Fransa da Türk iyeye karşı harp ilân ettiler. 5-2. Teşrinde İngiltere Kıbrıs adasının ilhakım ilân etti. Kıbrıs adası Mısır yolunun temini için mühim bir yer olduğundan eskiden beri İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edilmiş bulunuyordu. 14-2. Teşrinde İstanbul’da Mukaddes Cihat ilân edildi.

2-1915 Şubat Ortasına Kadar Harekât

1915 2. Teşrin başı:

Türkiye’nin harbe girmesi bidayette Balkanda ve Yakın Şarkta harp vaziyetinde büyük bir değişiklik yapmadı. Ne Balkan devletleri ne de İran ve Afganistan hiçbir hareket göstermediler. İstanbul Hükümeti’nin ümidi veçhile mukaddes cihat İslâm âleminde büyük bir tesir göstermemişti. Bazı yerlerde çıkan karışıklıklar çabuk bertaraf edildi. Bulgaristan ve Romanya’nın bitaraf kalması İstanbul civarında bulunan Türk kuvvetleri büyük kısmına karşı Rusya kara yolunu kapalı bulundurmakta idi. Düşmanın Karadeniz veya Akdeniz’den İstanbul’a karşı yapması daima muhtemel olan bir ihraca mukabil bu kuvvetler Boğazlar mıntıkasına bağlanıyordu. Çanakkale Boğazı önünde kuvvetli bir İngiliz- Fransız donanması vardı. Bu donanma boğaz ilerisindeki Semadirek ve Bozcaada’ya dayanmakta idi. Yunanistan’a ilhakı henüz Türkiye tarafından tasdik edilmemiş olan Linini adası da bu maksatla itilâf donanmasının işine yaramakta idi. 3-2. Teşrinde bu donanma tarafından boğazın dış tahkimatı ateş altına alındı ve sonra tekrar sükûnet avdet etti. Aynı günler zarfında Kafkas cephesinde Türk ordusunun kendisine muadil bir düşmana karşı yapmış olduğu taarruz henüz hududa varmadan durdu. Mısır’a karşı taarruzun 1915 senesi başına taliki icap ediyordu. Zira hazırlıklar başladıktan sonra güçlüklerin derecesi tedricen meydana çıkmıştı. Basra körfezi sahillerinde 2. Teşrin başında İngiliz-Hint kıtaatı karaya çıkarılmıştı. Bunlar karşılarında ciddî bir mukavemete tesadüf etmeden 2. Teşrin nihayetinde Basmaya kadar ilerlemişlerdi.

1915 Şubat ortası:

1915 Şubat ortasına kadar vaziyette pek az değişiklik oldu. Türk ordusunun büyük kısmı hiçbir tarafa karşı kullanılmak imkânı olmadan İstanbul civarında duruyordu. Yalnız Kafkas cephesinde faaliyet başlayacak gibi görünüyordu. Enver Paşa alman erkânıharbiye reisi ve diğer birçok alman zabitlerde Kafkas cephesine giderek yapılacak taarruzu bizzat idare için III. Ordunun kumandasını ele almıştı. 2. Kânun zarfında Türkler üç kolordu ile 70000 nefer kuvvetinde olarak taarruza geçtiler. Rus şimal cenahının kuşatılması ile bir netice almak isteniliyordu. Bu maksatla iki kolordu Olti üzerinden 100 Km. den fazla bir çevirme yürüyüşü ile dağlara tevcih olundu; diğer bir kolordu da cepheden taarruz edecekti. Fakat Jeneral Bronzar Paşa’nın ikazına rağmen Enver Paşa’nın üzerinde ısrar ettiği bu plânda hakikî ahval ve şartlar pek az nazarı dikkate alınmıştı.[33] Derin kar tabakaları ile örtülü yüksek dağlarda topçu ve ikmal kolları kıtaatın arkasından takip edemiyordu.

Binlerce insan ve hayvan donarak telef oldu. Kuşatma için tahsis edilen kolorduların ancak enkazı Sarıkamış’a varabildi. Cephe taarruzu da ilerleyemedi. Muharebe kudretini hemen kamilen kaybeden ordu Erzurum istikametine çekildi. Ruslar ciddî bir takip yapmadılar.

Bundan sonra bu harp sahasında uzunca bir müddet sükûnet avdet etti. Bununla beraber bu cephede 6 fırka Rus kuvveti kaldı ve bu kuvvet sonradan 7 fırkaya çıktı. 120 000 nefere baliğ olan bu kuvvet karşısındaki Türk ordusunun mevcudu 30:40 000 idi. Yanındaki Alman zabitlerde beraber Enver Paşa İstanbul’a döndü. Tebriz’de bulunan Rus kuvvetlerini geri atmak ve İran’ı da Türkiye ile beraber harekete getirmek için İran’a karşı yapılan bir hareket te başlangıçta bazı muvaffakiyetler kazandıktan sonra geriye atıldı.

1915 Şubat başı:

2. Kanun 1915 ortalarında Almanya tarafından yapılmasında acele edilen Mısır taarruzu başladı. Türk himayesi altında bulunan Mısır’da İngilizler harbin başlangıcından beri Alman gemilerini müsadere etmişler ve Alman tebaasına düşman muamelesi tatbik etmişlerdi. Hazar’da Mısır’da bulunan İngiliz garnizon kıtaatı yeni teşkil edilen İngiliz, Avustralya ve Hint birlikleri tarafından değiştirilmişlerdi. Yeni gelen birlikler eskisine nazaran birkaç misli fazla idi. Türkiye harbe girdikten sonra 17-1. Kânunda İngiltere Mısır üzerinde himayesini ilân etmiş ve kendine taraftar bir Hidiv tayin etmişti. Eski Hidiv İstanbul’da bulunuyordu. Türklerin Mısır’a karşı yaptıkları teşebbüsün tamamıyla muvaffak olması için Mısır’daki İslamların İngiliz idaresine karşı isyan etmeleri lâzımdı. Fakat yalnız Süveyş Kanalı’nın tıkanması yahut daimî surette tehdidi kabil olsa bile gene büyük bir muvaffakiyet sayılırdı. Bu teşebbüste fevkalâde güçlükler vardı. Ne Cenubî Filistin’de ve ne de harekât sahasında yol ve demiryolu bulunmadığından bütün nakliyatın deve sırtında yapılması, lâzım geliyordu; bu maksatla binlerce deve satın alındı. Su ihtiyacının temini daha güçtü. Yalnız sahil mıntıkasında kâfi su vardı. Tabiye mülâhazaları ile istifade edilmesi lâzım gelen Sina çölü ortasındaki yoldan gidecek kuvvetler için geriden deve ile su taşımak icap ediyordu. 200 Km. genişliğinde olan çölü geçmek için yapılacak yürüyüş çok yorucu idi. Efrat kuma batmakta ve top ve arabaların yürümesi ancak hususî tertibat sayesinde kabil olmakta idi. Kayalık mıntıkalarda da derin sel yarıntıları yürüyüşe mâni oluyordu. Bu zahmetli yürüyüşten sonra 160 Km. uzunluğunda ve 100 metre genişliğinde Süveyş Kanalı mühim bir mâni halinde kıtaatın karşısına çıkacaktı. Kanal birtakım küçük göllerden geçer. Portsait şarkında İngilizler tarafından Kanal’ın şark sahiline su taşırmak için tertibat yapılmıştı. Bu sebepten taarruz imkânları çok azalmıştı. Kanal şark sahilinin örtüsüz bir ova halinde olması müdafaayı kolaylaştırıyordu. Kanalın garp sahili tahkim edilmiş ve Kanal boyunca devam eden demiryolu üzerinde zırhlı trenler, göllerde harp gemileri bulunuyordu. Mısır işgal kuvveti olarak bir İngiliz, bir Avustralya ve iki Hint fırkası vardı.

Bu vaziyette İngilizlerin Kanal mevziine taarruz, cüretkâr bir teşebbüs sayılırdı. Bu seferin ruhunu Alman Binbaşısı von Kress Bey teşkil ediyordu. IV. Ordu Kumandanı Cemal Paşa[34] kumandasında 20000 nefer ile bir 15 Sm.lik obüs bataryası ve 9 sahra bataryası Bi’rüssebiden itibaren on günlük bir yürüyüş ile çölü geçti. Kanalın geçilmesi için birlikte tombazlar da getirilmişti. Düşmanı aldatmak için Şubat başlangıcında İngiliz mevzilerine üç noktadan aynı zamanda taarruz edildi. Asıl taarruz merkezi sıkleti İsmailiye’ye karşı idi. Fakat bu noktada Kanal garp sahilinde yerleşmek teşebbüsleri akim kaldı. Arap birlikleri düşman tarafına iltihak ve firar ettiler. Gittikçe kuvvetlenen İngiliz mukavemeti karşısında taarruza devamdan sarfınazar etmek lâzım geldi. Kanal karşısında bir mevzide kalmak su olmamasından dolayı imkânsızdı. İngilizler mukabil taarruza geçtikleri takdirde müfreze tehlikeli bir vaziyete düşebilirdi. Bu sebepten Türk kıtaatı geri çekildi. İngilizler takip etmediler. Asıl kuvvetler Cenubî Filistin’e çekilerek çölde yalnız küçük işgal kuvvetleri bırakıldı. Kanaldaki İngiliz mevzilerini sarsmak için uzun hazırlıklara ve daha fazla kuvvete ihtiyaç olduğu anlaşılmıştı. Fakat Kanal teşebbüsünün muvaffak olmamasına rağmen faidesi görüldü. İngilizler daimî surette Kanal istikametinden endişe içinde kaldılar. Kanal İngilizlerin dünya nüfuzu için en nazik bir noktaları idi. Türklerin muhtemel teşebbüslerine karşı koymak için Kanalda devam üzere 70000 kişilik bir ordu bulunduruldu.

Irak’ta da yeni muharebeler olmuştu. Irak’ta İngilizler 1914-2. Teşrin başında Basra’dan ileri harekâta devam ederek zayıf Türk mukavemetlerini kırmışlar ve Fırat ile Dicle nehirlerinin birleştiği yerde Kurna’yı işgal etmişlerdi. Sahilden itibaren 250 Km. derinliğinde bir mm taka işgal etmiş bulunuyorlardı. Fakat linkin merkezi olan Bağdat daha üç misli mesafede idi. Düşmanın bu kadar uzak bir hedefe karşı ilerleyeceği henüz belli değildi. Fakat muhtemel olan tehlike Irak’ta da müdafaa tedbirleri alınmasını icap ettirmekte idi.

Yakın şarktaki gayri müsait vaziyete ilâve olarak Türk ordusunda cephane buhranı da baş göstermişti. Daha harbe girildiğinin başlangıcında İstanbul’dan cephane için feryat başlamıştı. Şimdiye kadar yapılmış olan muharebelerde cephane noksanı tamamıyla duyulmadı; fakat ilerde büyük muharebeler olursa buhranın artması muhakkaktı. Almanya’dan cephane gönderilmesi lâzımdı. Fakat bitaraf Romanya ve Bulgaristan’dan geçen yol kapalı bulunuyordu.

3-Çanakkale Muharebeleri

1915 Şubat’a kadar:

Çanakkale boğazı Akdeniz’den İstanbul’a giden yol üzerinde olduğundan kuvvetli surette tahkim olunmuştu. Boğazın uzunluğu 66 km. dir. Garp mahrecinde genişlik 3500 m. ve Çanakkale şehri civarında 1500 m. dir. Bu dar yerler müdafaa tertibatının, düğümünü teşkil ederler. Boğaz methalinde Seddülbahir ve Kumkale’de dış tabyalar vardı. Yalnız 2 adet 24 sm. lik yeni top vardı. Diğer dış tahkimat toplarının kıymeti azdı. Müstahkem mevkiin asıl mukavemet mıntıkası boğaz içerisinde Çanakkale civarında bulunuyordu. Bu mıntıkada 80 kadar düz mermi yollu ağır top vardı. Bunlardan 85,5 sm. lik beş adet top 17000 m.den uzak muharebe yapabilirdi Bunlara ilaveten seyyar topçu ihtiyatı olarak Almanlar kumandasında 6 batarya 15 sm. lik ağır obüs getirildi. Diğer mevcut toplar ve tahkimat eskimişti.

Bilhassa en eğir bataryaların cephane mevcudu azdı. Bataryaların geriden kara tarafından müdafaa tertibatı yoktu. Topçu müdafaası torpil hatlar ile takviye edildi. Çanakkale müstahkem mevkiinde umum kumandan Amiral Uzedom Paşa bulunuyordu. En mühim toplamı basında Türk efradı ile beraber alman bahriye topçuları bulunuyordu.

a) 1915 Nisan’a Kadar Harekât-Donanma Taarruzu

Mısır’ın Türk taarruzlarından korunması için İngilizler tarafından en muvafık tedbir olarak İstanbul’a karşı Çanakkale’yi zorlamak teşebbüsü daha 1914-2. Teşrin nihayetinde düşünülmüştü. Bu plân elde kâfi kuvvet bulunmaması sebebinden terkedildi, fakat 1915-2. Kânunda tekrar ele alındı; zira bu sırada Türklerin Kafkas cephesinden taarruzları dolayısı ile huşlar tarafından yardım istenmişti. Donanma ile bir taarruz tertibine karar verildi; donanma tarafından kazanılması ümit edilen muvaffakiyetten derhal istifade için bazı birliklerin de nakli hazırlandı. Çanakkale önünde bulunan itilâf donanması 3-2. Teşrin 1914’ten beri bir faaliyet göstermemişti. 10 Şubat’ta dış tabyaların ateş altına alınmasına karar verildi ve bunu takip eden 20 Şubat’tan itibaren haftalarca müddet bombardıman devam etti. Türk ve alman başkumandanlıklarında düşmanın Çanakkale’de bir yarmaya teşebbüs edeceği hakkında şüphe kalmamıştı. Dış tahkimatın az zamanda harap olarak terkedilmesi lâzım geldi. Fakat düşmanın dış tahkimata karşı ateşi ancak az bir tesir gösterebiliyordu. Bu ateşi yapmak için donanmaları boğaza girmesi lâzım gelmekte ve bu suretle hareket serbestisini kaybetmekte idi. Müstahkem mevkiin müdafaasından başka 15 sm. lik bataryaların ateşi ve torpil tehlikesi vardı. Bu sebeplerden hareket halinde kalmağa mecbur olan harp gemilerinden yapılacak ateşlerin vuruş ihtimalleri azalıyordu. Düşman tarafından torpil hatlarının toplanmasına ve bataryaların susturulmasına muvaffakiyet hâsıl olmadı.

Mart:

Bu sebepten itilâf donanmasının 18 Mart’ta teşebbüs ettiği cebrî yarma tehlikeli bir hareketti. Büyük kısmı eski 16 adet hattı harp gemisi ile diğer birçok harp gemileri boğaza girdiler ve Erenköy hizalarında çark hareketi yapmak sureti ile boğaz tahkimatım ateş altına aldılar.

Netice itilâf donanması için tamamıyla muvaffakiyetsizlik oldu. Bilhassa torpil tesirde ağır zayiat meydana gelmişti. Üç zırhlı battı, üç zırhlı ağır yaralandı. Müdafi tarafın zayiatı azdı; yalnız azalmış olan cephane endişe veriyordu.

Nisan:

Bu tarihten itibaren İngiliz-Fransız donanması bir teşebbüs yapmadı. Cebrî yarma teşebbüsü neticesinde toplanan İngiliz harp meclisi donanmanın yalnız başına bu işi yapamayacağı kararma vardı. Çanakkale’nin karadan yapılacak taamız ile açılmasına karar verildi. İngiliz Jeneralı Hamilton kumandasında 5 fırka kuvvetinde bir ordu[35] teşkil edildi. Bu ordunun mevcudu 75 000 neferdi. Fakat bu kuvvetin hazırlanması ve Çanakkale’ye taarruza başlaması ancak Nisan sonunda yani donanmanın yarma teşebbüsünden 5 hafta sonra kabil olabildi. Harekatın üssülharekesi ve başkumandanlık karargâhı olarak Yunanistan tarafından Limni adası ariyeten verilmişti.[36] Kıtaatın kısmen Mısır’da kısmen de adalarda toplanması gizli kalamamıştı.

Türk Başkumandanlığı bu sebepten mukabil tedbir alabilecek bir vaziyette idi. Daha 24 Mart’ta Enver Paşa Çanakkale’de V. Ordu’nun teşkili için emir vermişti. V. Ordu’nun kumandasına Jeneral Liman Paşa ve Erkânıharbiye Reisliğine Kaymakam Kâzım Bey tayin edildi ve I. Ordu’nun birçok birlikleri V. Ordu’ya naklolundu. 6 fırka kuvvetinde olan yeni V. Ordunun kuvveti Türk membalarına göre 80.000 neferdi.[37] Ağır topçu, tayyare ve diğer yardımcı teşkiller şimdilik hiç yoktu. Eldeki az miktar silah ve vasıtalar Çanakkale Boğazı Kumandanlığı emrine verilmişti. Boğaz Kumandanlığı eskisi gibi müstakil olarak deniz müdafaasına devam edecekti. Doğrudan doğruya İstanbul’un müdafaası için İstanbul civarında ve Trakya’da I. ve II. Ordular vardı. Yeni teşkilât ile ikmal edilmiş olan I. Ordu Müşür Golç Paşa kumandasına verilmişti.

Çanakkale’ye bir düşman ihracını menedecek olan V. Ordu’nun vazifesi güçtü. Gerek Avrupa ve gerek Asya kıyılarında ihraca elverişli olan yerler çoktu. Şimalişarkiye doğru uzanan Saros körfezi ile boğaz arasında Gelibolu yarımadası vardır. Bolayır ve Maydos civarlarında yarımadanın genişliği birkaç km. ye kadar daralır. En geniş yeri 20 km. dir. Yarımadanın ortası sarp yamaçtı çıplak tepelerle doludur. Ancak 300 m. yüksekliğinde olan bu tepeler dağ evsafına maliktirler. Cenup kısmı dalgalıdır, bu dalgaların sonu yumurta şeklinde Elçi tepedir. Çoğu Rum olan ahali pek seyrektir. Muharebe başladığı zaman köyler tahliye edilmişti. Yollar çok azdı. Mevcut parça parça yollar sahili takip etmekte ve ancak köy arabalarının geçmesine müsait bulunmakta idiler. Çanakkale’nin Asya sahili dağlık ve yolları az bir mıntıka idi. Boğaz hariç, olmak üzere bir ihraca karşı müdafaa tertibatı pek az yerlerde vardı. Asya sahilinde müstahkem mevki tabyalarından başka müdafaa tesisatı yoktu. Gelibolu yarımadasında Bolayır civarında Trakya istikametinden gelebilecek taarruzlara karşı eski birkaç toprak tabya vardı. Yarımadanın şimalişarkî sahilinde bazı yerler sarp olduğundan ihraca müsait değildi. Bir kısım sahil ise ihraca müsait olmakla beraber hemen biraz geride arazi sarplaştığından karaya çıkan düşmanın ilerlemesi güçtü. Bir ihraç için en müsait mıntıka yarımadanın Cenup kısmı idi. Bu mıntıkada yapılacak ihraca donanmanın ateş ile yardım etmesi için de şerait daha müsaitti. Yarımada dar olduğundan en yüksek yerlere hâkim olan taraf diğer taraftaki sahilleri elde etmiş sayılabilirdi. Bu halde düşman tarafından en yüksek noktaların elde edilmesiyle boğaz tahkimatına ve boğaza hâkim olmak ihtimali vardı. Boğaz birçok yüksek yerlerden görülebiliyordu.

Alman ordusu Çanakkale muharebelerine doğrudan doğruya filen iştirak etmiştir. İştirak eden Almanlar tedricen gitmişlerdi ve adetleri azdı. Fakat mühim mevkilerde bulundular. Her şeyden evvel ordunun idaresi Alman Jeneralı Liman’ın elinde idi. Kolordu ve fırkaların başında, idare işlerinde de Almanlar vardı.[38]

Karargâhlar, erkânıharbiyeler ve topçuda ela alınan zabitleri bulunuyordu. Muharebe cephesinin en ileri hatlarında alınan istihkâm ve Mt. birlikleri vardı.[39] Türk ve Alman zabitleri arasında iyi bir anlaşma vardı.[40] Liman Paşa Çanakkale’de faal bir müdafaa yapmak tasavvurunda idi. Sahil muhafazası için tahkimat ve mâniler yapılarak az bir kuvvet bunların muhafazasına tahsis edildi. Kuvvetlerin büyük kısmı geride mukabil taarruz için elde tutuldu. İkisi yarımadanın cenup kısmında ve ikisi de Bolayır civarında olmak üzere Gelibolu yarımadasını da dört fırka vardı. Takviyeli süvari livası Saros körfezi şimal sahilinde bulunuyordu. İki fırka Asya sahillerini muhafaza etmekte idi. Ordu karargâhı Gelibolu’da bulunuyordu. Bolayır geçidinin elde bulundurulması yarımadanın akıbeti üzerinde müessir olacağından ordu karargâhı buraya yakın bulunuluyordu. Bolayırı düşman işgal ettiği takdirde İstanbul ile kara yolu kesilmiş ve deniz irtibatı da tehlikeye girmiş olacaktı. Kuvvetlerin gruplanmasında hâkim olacak esas bunların süratle kullanılabilmesi idi. Hizmet taburları tarafından birçok yolların yapılması ve bir sahilden diğer sahile kuvvet kaydırmak için nakil vasıtaları hazırlanması lâzım geliyordu. Muhabere vasıtaları ıslah ve takviyeye muhtaçtı. Her tarafta olduğu gibi burada da malzeme noksanı vardı. Uzun müddet ayni yerde kalmış olan ordunun yürüyüş kabiliyetini iade etmek ve gece muharebelerine alıştırmak için talim ve terbiyeye devam ediliyordu. Donanma taarruzundan sonra Nisan nihayetine kadar nispeten sükûnet ordunun hazırlanması için çok faydalı oldu.

b) Nisan Nihayetinde İhraç

25 Nisan

25 Nisan fecirle beraber başlayan şiddetli top sesleri yarımadada mühim hâdiseler olduğuna delâlet etmekte idi.[41] Geliboludan birkaç kilometre mesafede olan Bolayır’dan bilhassa şiddetli top sesleri geliyordu. Biraz sonra düşman ihracı hakkında raporlar gelmeye başladı. Bolayır ve Gelibolu mıntıkasındaki iki fırkanın silâh başı edilmesinden sonra Liman Paşa Bolayır civarındaki vaziyeti bizzat görmek üzere Gelibolu şehri civarındaki tepelere gitmişti. Saros körfezinden sahile ve tahkim edilmiş olan tepelere doğru müteaddit harp gemileri fasılasız ateş ediyorlardı. Asker dolu olduğu anlaşılan 11 büyük nakliye gemisi daha geride durmakta idiler. Karaya asker çıkarılacağına dair şimdilik bir alâmet yoktu; düşmanın ihraç için karanlığı beklemesi muhtemeldi.[42] Belki de bir gösteriş yapıyordu. Tedricen gelen raporlar henüz vaziyeti açık olarak göstermiyordu. Sahilin birçok yerlerinde ihraç teşebbüs ve hazırlıkları olduğu bildiriliyordu. Bunların hepsinin de ciddî bir ihraç olması kabil değildi. Asya sahilinde Beşike limanında fecirden beri bir filo demirlemişti. Harp gemilerinin ateşi himayesinde nakliye gemilerinin indirme için hazırlandıkları anlaşılıyordu. Daha şimalde Kumkale’nin esasen tahrip edilmiş olan tabyalarına ve gerisine gemilerden ağır topçu ateşi açılmıştı. Burada da indirme hazırlıkları vardı. Avrupa tarafında Gelibolu yarımadasının cenup kısmında Seddülbahir civarında düşman şiddetli top ateşi himayesinde birçok yerlerde karaya çıkmaya teşebbüs etmişti. Türk birlikleri dayanıyordu. Arıburnu’nda Kabatepe şimalinde de düşman karaya çıkmış ve sahildeki sırtlarda tutunmuştu. Arıburnu mıntıkasında düşman topçu hazırlığı yapmadan karanlıkta sahile yanaşmıştı.

Bu haberlere ve kendi gördüklerine rağmen Ordu kumandanı asıl düşman ihracının yine Bolayır’a tevcih edilebileceği fikrinden kurtulamamıştı. Yarımadanın cenup kısmında karaya çıkan düşmana karşı harekâtın idaresine 3. Kolordu Kumandanı Esat Paşa’yı memur etti. Asya tarafında Jeneral           Weber kumandandı. Kumkale civarında Fransız birlikleri karaya çıktığı ve Beşike limanındaki düşman hareketinin bir gösterişten ibaret olduğu anlaşıldı. Sabahtan akşama kadar Bolayır tepelerinde kalan Jeneral Liman Paşa tedricen buradaki düşman teşebbüsünün bir gösterişten ibaret olduğu kanaatine vardı. Akşama kadar Bolayır’da hiçbir ihraç olmadı. Esat Paşa yarımadanın cenup kısmında sıkışık vaziyette bulunan kıtaat için mütemadiyen takviye istiyordu. Bunun üzerine Gelibolu civarındaki fırkalardan bir kısım kuvvet Esat Paşa kumandasına gönderildi; Fakat Liman Paşa’nın bizzat kendisi karanlık bastıktan sonra da Bolayır sırtlarında kaldı ve ancak gecenin sükûnetli geçmesi üzerine Bolayır mıntıkasının akıbetinden emin olabildi.

26 Nisan

26 Nisan’da Bolayır mıntıkasındaki fırkaların kademe ile yarımadanın cenup kısmına nakline emir verdikten sonra Jeneral Liman da Esat Paşa’nın yanma gitti. Esat Paşa’nın muharebe idare yeri Arıburnu civarında muharebe hattının 5 km. gerisinde bulunuyordu. Öğle vakti burada aldığı haberler ciddî idi. Düşmanı karada yerleşmeye vakit bulmadan tekrar denize atmak tasavvuru hiçbir yerde muvaffak olamamıştı. Kaymakam Mustafa Kemal Bey tarafından yapılan mukabil taarruzlarla Arıburnu civarında karaya çıkmış olan Avustralyalı kıtaatın içerlere sokulmasının önüne geçilmişti.[43] Hâkim bir mevkii olan ve boğaz tahkimatının gerisini alabilen Sarıbayır sırtları Türkler elinde idi. Fakat düşman deniz kıyısındaki sutlarda tutunmuş ve tahkimat yapıyordu. Mukabil taarruzlar çok pahalıya mal olmuştu. Sahile ve Türk ihtiyatlarının geçeceği geri araziye tevcih edilen gemi ateşlerde kıtaat çok zayiat vermişti. Seddülbahir mıntıkasında vaziyet daha fena idi. Buradan gelen raporlar az ve kısa olmakla beraber düşmanın birçok yerlerde tutunduğu anlaşılıyordu. Bu mıntıkada bulunan iki Türk taburu ezici bir düşman üstünlüğü karşısında kalmıştı.[44] Fakat bu iki taburu sıkıştıran ve tesir yapan düşman üstünlüğünden ziyade gemi topçusunun üç taraftan gelen ağır topçu ateşi idi. Buradaki taburların sıkışık vaziyeti dolayısı ile gece Bolayır mıntıkasından gelen takviye kıtaatının büyük kısmı Seddülbahir mıntıkasına gönderildi. Bolayır mıntıkasında sükûnetin devam ettiği bildiriliyordu. Asya sahilindeki Kumkale mıntıkasında şiddetli muharebeler oluyordu. Vaziyet tamamıyla inkişaf etmiş olmakla beraber düşmanın taarruz merkezi sıkletini Gelibolu yarımadasına ve bilhassa Seddülbahir mıntıkasına tevcih ettiği anlaşılıyordu. V. Ordu’nun elinde bulunan 6 fırkadan dördü bu muharebelere girmişti. Son ihtiyatları da 28 Nisan’da muharebe meydanına geleceklerdi. Asya sahilinde muvaffakiyet kazanmazdan evvel oradaki iki fırkadan Gelibolu yarımadasına kuvvet almak muvafık değildi. 25 Nisan’da düşman ihracı başlar başlamaz başkumandanlıktan istenen takviyeler ancak ay nihayetinde gelebilirdi.

İlk zamanlar için kendi kuvvetine dayanmak mecburiyetinde bulunan V. Ordu için büyük mikyasta mukabil taarruzlar yapmak imkânı yoktu. Bu suretle kıymetli birçok zaman düşman için faide olarak ziyan oldu. Daha ilk muharebe gününden Gelibolu yarımadasındaki iki muharebe grubunu ayrı ayrı kumandanlara vermek lüzumu anlaşılmıştı. Sonradan Şimal Grubu ismi verilen Arıburnu mıntıkasında Esat Paşa kumandaya devam etti. Seddülbahir mıntıkasındaki birlikler de Kaymakam Zadenştren emrine verildi. 25 Nisan sabahından beri maddî ve manevî ağır bir tazyik altında ve değiştirilmeden mütemadiyen muharebe yapan kıtaatın takviyeler gelinceye kadar dayanıp dayanamayacağı meselesi en mühimdi.

27 ve 28 Nisan:

Düşmanın da bitkin olduğu anlaşılıyordu. Deniz yolunda yorulmuş olan düşman birlikleri deniz kıyısında işgal ettikleri dar şerit ile iktifa ederek daha fazla ilerlemiyorlardı. Seddülbahir mıntıkasında 28 Nisan’da büyük bir taarruz yaparak Kirte köyünü işgal etmek istediler; fakat muvaffak olamadılar Düşman Arıburnu mıntıkasında bir hareket yapmıyordu. 27 Nisan gecesi Fransızlar Asya kıyısındaki Kumkale’yi terk ederek Seddülbahir mıntıkasının sağ cenahını takviye ettiler. Asya sahilinde bulunan iki Türk fırkasının büyük kısım bunun üzerine Gelibolu yarımadasına alındı.

4 Mayıs’a kadar:

Ordu kumandam evvela Seddülbahir mm takasındaki düşman grubuna taarruz ederek denize atmağa karar verdi. Bu mıntıkadaki Türk birlikleri çok zayıflamış ve düşmanın boğaz tahkimatına doğru ilerlemesi tehlikesi baş göstermişti. Açık arazide düşman gemi ateşinden kurtulmak için mukabil taarruz, gece yapılacaktı. Talim ve terbiyesi henüz ikmal edilmemiş olan birliklerle böyle bir taarruzun güçlüğünü Liman Paşa da biliyordu. İstanbul’dan gelen takviye kıtaatı ile Asya sahilinden getirilen fırkalar 1 Mayıs’ta varmışlardı. 2 Mayıs gecesi 21 Türk taburu büyük bir cesaret ile İngiliz-Fransız mevzilerine Seddülbahir civarında hücum ettiler. Başlangıçta Fransız sol cenahına ve İngiliz cephesinin merkezine karşı elde edilmiş olan muvaffakiyetler devamlı olmadı. Kısmen karışmış ve toplanmış olan Türk birlikleri ortalık aydınlanır aydınlanmaz deniz ve karadan çok şiddetli bir ateş altında kaldılar ve çok fazla zayiat vererek tekrar eski mevzilerine, Kirte cenubu garbî ve garbine dönmeğe mecbur oldular. 4 Mayıs’ta tekrar edilen taarruzlarla boş yere birçok zayiat daha verildi, kıtaat artık tahammülün son devresine varmıştı.

6 Mayıs:

Liman Paşa düşmanı denize dökmek tasavvurundan vazgeçmeğe mecbur kaldı. Fakat düşman da gece gündüz mütemadi muharebelerle bitkin ve istirahate muhtaç olduğundan Türk ordusu nefes alarak müdafaayı tanzime ve takviye kuvvetleri getirmeye vakit buldu.

6 Mayıs’ta Cenup grubunda düşman yeniden şiddetle taarruz etti. Bu sırada Cenup grubuna Jeneral Weber kumanda ediyordu. Düşman taarruzu iki gün devam etti. Çok ağır zayiata mukabil düşman pek az bir şey kazanmıştı. Hiçbir tarafta 600 metreden fazla ilerleyemedi ve Elçitepeyi ele geçiremedi. Avusturalya ve Yeni Zelandalıların Arıburnu civarında yaptıkları taarruz da ağır zayiatla geri atıldı.

Bu an için düşman tasavvurları akim kalmış sayılırdı. Jeneral Hamilton taarruzlarının merkezi sıkletini Yarımadanın cenup kısınma tevcih etmişti Denizden üç istikametten ateş ile desteklenebildi bu mıntıkada bir taarruzun en çabuk ilerleyebileceği hesap olunmuştu. Fakat Kumkale, Beşike, Bolayır’da yapılan gösteriş hareketlerine ve Arıburnu ihracına rağmen Türkler Seddülbahir mıntıkasında da dayanmışlardı. Karaya çıkan birliklerin yorgunluğu, cephane buhranı, birbirlerine yardım ve donanma ile beraberlik şartlarına riayet edilmemesi ilk günlerde muvaffakiyet elde etmelerine mâni olmuştu. Bu noksanlar ikmal edildikten sonra ise artık Türk ordusunun müdafaa tertibatı sağlamlaşmış bulunuyordu.

c) Mayıstan Ağustos Başına Kadar Mevzi Harbi

Mayıs-Ağustos:

Her iki tarafın kudretinin tükenmesi mevzi harbine sebep oldu. Geniş harekât sahalarındaki mevzi harbinin aksine olarak Çanakkale’de her karış toprağın müdafaası icap ediyordu. Zira düşman tarafından elde edilmesi istenen hedefler cepheye pek yakın idiler. Seddülbahir civarında düşmanın boğaz tabyalarına mesafesi 20 km. ve Arıburnu civarında ancak 7 km. idi. Bütün donanmanın ateşine dayanan düşman tesirinin üstünlüğüne büsbütün maruz kalmamak için Türkler ileri hatlarını mümkün olduğu kadar düşmana yakın tesis etmeğe çalışıyorlardı. Gerideki arazi şiddetli düşman topçu ateşi altında olmak dolayısı ile ihtiyatların çabuk ileriye alınması kabil değildi. İleri hatların işgal kuvvetlerinin kuvvetli olması lâzım geliyordu. Mayıs’ta ve Mayıs’ı takip eden aylar zarfında düşman Seddülbahir grubunu üç fırka[45] ile daha takviye ederek yeniden birkaç defa daha taarruz etti. Bu taarruzlarda gayet şiddetli topçu ateşi ile hazırlık yapılmıştı. Çok büyük zayiat mukabilinde düşmanın kazandığı yegâne muvaffakiyet birkaç yerde Türk ileri hatlarının pek az miktarda geriye atılmasından ibaret kaldı. Üç ay devam eden şiddetli ve zayiatlı muharebeler neticesinde Temmuz nihayetinde bu cephede İngiliz-Fransız siperleri ihracın ilk gününe nispetle ancak 1 km. ilerlemiş bulunuyordu. Türkler de ancak birkaç yerde elden çıkardıkları araziyi geriye alabilmişlerdi. Arıburnu mıntıkasında düşman bir hareket yapmadı. Hâkim ve tabiaten kuvvetli olan Türk mevzilerinin zaptı düşman kudretinin fevkinde idi.

Aylarca devam eden mesai neticesinde mevzi inşası çok ilerledi. Bazı yerlerde mevzilerin birbirine pek yakın olması şiddetli bir lâğım muharebesi doğurdu. Bu muharebelerde mürettep bir alman istihkâm bölüğü de kullanılmıştır. Bu bölük efradı münferiden Haziran zarfında bitaraf Balkan memleketlerinden geçerek gelmişlerdi. Başlangıçta 200 nefer kuvvetinde olan bu bölük iklim ve iaşe tesiri ile hasta olarak çok zayiat verdi. Geriye kalan 40 nefer (!) Türklere lâğım mütehassısı olarak muhtelif birliklere taksim edildi. Boğaz kumandanlığı ve donanma da elden geldiği kadar V. Ordu’nun muharebelerine yardım etmekte idiler. Müstahkem mevkiin Asya kıyısında bulunan bataryaları Seddülbahir istikametinde tesirli ateşler yaparak düşman sağ cenahını ve indirme iskelelerini ateş altına almakta idiler. Bazı ağır bataryalar ve tayyareler de ordu emrine verilmişti. Amiral Suşon donanmadan iki Ağ. Mt. kıtası karaya çıkardı. Esasen Türk ordusunda Ağ. Mt. mevcudu az olduğundan bu takviye yerinde ve faideli oldu.[46] Bazı ağır toplar da verdi. Şubat ve Mart’ta olduğu gibi Arıburnu önündeki düşman gemilerini ateş altına aldırdı. 13 Mayıs’ta Alman Yüzbaşısı Firle kumandasında bulunan bir Türk torpido gemisi İngiliz Golyat zırhlısını boğaz önünde batırdı.[47] Birkaç gün sonra Yüzbaşı Hersing kumandasında bulunan 21 numaralı denizaltı gemisi de Çanakkale civarında Trionf ve Majestik İngiliz zırhlılarını torpilledi. Daha fazla zayiat vermekten çekinen düşman donanması da birkaç hafta için Bozcaada ve Limni limanlarına kapanarak Türk ordusunun üzerindeki yük biraz hafifledi. Fakat Haziran sonuna doğru deniz altı hücumlarına karşı alman müdafaa tedbirlerde düşman donanması karadaki muharebelere tekrar iştirak edebilecek bir vaziyete girmişti. Su kesimi az ve en ağır çaptaki toplarla müsellâh monitörler bu hususta iyi iş görüyorlardı. Bundan sonra miktarı artan alman denizaltı gemileri ancak düşman nakliye gemilerine taarruz edebildiler.

Türk Başkumandanlığı ile V. Ordu kumandanı başlamış olan mevzi harbinin uzayıp gitmesine endişe ile bakıyorlardı. Mevzi harbinin Terklere yüklediği fedakârlık düşmana nazaran daha fazla idi. Zira memleketin harp kudreti mahdut bulunuyordu. Harbin başlangıcından beri devam eden zayiat dolayısı ile Çanakkale’ye daima taze kıtaat sevkı lâzım gelmişti. Hatta Temmuz zarfında 4 fırka kuvvetinde olan II. Ordu Vehip Paşa kumandasında olarak Cenup grubunun yıpranmış olan fırkalarını değiştirmek üzere Liman Paşa emrine verilmişti. Bu ordu o zamana kadar Balkanda kullanılmak üzere Trakya’da bulunuyordu. Bununla beraber V. Ordu’nun muharip kuvveti 110000 neferi ancak bulmakta idi. Ordunun ikmali çok güç oluyordu. Zabit ve küçük zabit yoktu. İkmal efradı acele ve noksan talim ve terbiye ile gelmekte idi. Harp kudreti bu sebepten pek çabuk azalıyordu.

Harp kudretinin azalması insan zayiatından ziyade malzemenin yıpranmasından ve fenalaşmasından da ileri gelmekte idi. İtilâf devletlerinin elinde bütün dünya kaynakları bulunmasına mukabil Almanya’dan irtibatı kesilmiş olan Türkiye ancak kendi elindeki malzemeye dayanabiliyordu. Bu da tükenmekte idi. Donanmadan ve ordunun diğer kısımlarından alınması mümkün olan harp malzemesi esasen alınmış ve kullanılmış bulunuyordu. Harp imalâtı çok zayıftı. İstanbul fabrikaları ancak top ve tüfek namlıları tamiratını yapabiliyordu. Yeni namlı yapılması kabil değildi. Bu suretle harp malzemesi bakımından düşman üstünlüğü gittikçe artmakta idi. Adet ve çap itibari ile düşmandan daha zayıf olan Türk topçusu cephane noksanı sebebinden bütün kudretini kullanamıyordu; hattâ piyadenin maneviyatı sarsılmamak için bazı hallerde manevra kartuşları kullanılmıştı. Çok defalar elverişli hedefler karşısında noksan ateş yapmak ve hatta büsbütün susmak mecburiyetinde kalıyordu. Daha ilkbaharda İstanbul’da cephane imalâtını arttırmağa çalışılmıştı. 1915 Mayısı’nda tesis edilen silâh ve cephane müfettişliğine Alman Deniz Yzb. sı Piper ve Almanya’dan mühendisler ve mütehassıslar getirildi. Bu sahada çok iyi işler yapıldı ise de cephanenin çoğaltılması ve islahı ancak tedricî surette olabilirdi. İlk zamanlarda yapılan cephanenin maksada muvafık bir cinste olamaması bu bakımdan mazur görülebilir. Cephane meselesinin esaslı surette halli İstanbul’u ve Almanya’yı daima düşündürmekle beraber bu ancak Almanya yolunun açılması halinde kabil olabilecekti.

İaşe vaziyeti de iyi değildi. Harekât sahasında ve civarında pek az şey yetiştiğinden ordunun bütün ihtiyacının İstanbul’dan celbi lâzım gelmekte idi. Marmara Denizi yolu en kısa ve kâfi vasıtalar da vardı. Fakat Çanakkale boğazında ağlar bulunmasına rağmen harp başlar başlamaz İngiliz denizaltı gemileri Marmara’ya girerek birçok vapurları ve harp gemilerini batırmağa muvaffak olmuşlardı. Bu suretle deniz yolu büsbütün kapanmış olmamakla beraber karadan da menzil tesisine mecburiyet hâsıl olmuştu. Fakat kara menzil yolu nispeten çok uzundu. Demiryolundan itibaren 160 km. mesafe fena yollardan geçilmek lâzım geliyordu. Elverişli olmayan havalarda bu yollar geçilemeyecek bir hale gelmekte idi. Nakil vasıtası olarak deve ve öküz arabası kolları vardı. Taşıma kudretinin az olmasına rağmen eşek kolları bile teşkiline mecburiyet hâsıl olmuştu. Otomobil kolları sonradan teşkil edildi. V. Ordu bu suretle günlük sevkiyat ile idare edilmekte ve depolar hiçbir zaman dolu bulunmamakta idi. İkmal işlerinde herhangi bir arızanın ordunun iaşesine tesir göstermesi tabiî idi.

d) Yeni İhraçlar ve Muharebelerin Sükûnet Bulması

Ağustos başlangıcı:

Temmuz ortasından beri düşmanın takviye birlikleri getireceği ve Çanakkale’de büyük mikyasta ihraçlar tasavvur ettiğine dair alman haberler sıklaştı. Türkiye’nin hemen bütün kuvveti şimdiye kadarki Çanakkale muharebelerde bağlanmış bulunuyordu. Çanakkale seferinde bir zafer kazanılmadan Türk Başkumandanlığı’nın başka teşebbüslere ve harekâta girişmesine imkân yoktu. Irak cephesinden başka taraflarda büyük mikyasta harekât olmaması ve müttefiklerin Şark cephesindeki zaferleri dolayı silo Kuşlar tarafından da Karadeniz Boğazı’na bir ihraç teşebbüsü ihtimalinin mevcut olmaması Türkiye’nin lehine idi. Buna rağmen İstanbul’dan bütün kuvvetlerin alınması ve hükümet merkezinin büsbütün boşaltılması kabil olamazdı. Bulgaristan’ın Sırbiye’ye karşı harp ilân etmesi halinde Türkiye’nin de bazı askeri taahhütlere girmesine ihtiyaç hâsıl olabilirdi. Temmuz sonunda Türk ordusunun umumî kuvvetini teşkil eden 45 fırkadan 16’sı Çanakkale’de muharebeye girmiş bulunuyordu. İstanbul’da bulunan I. Ordu’nun 7 fırkası da boğazlar için bir ihtiyat teşkil ediyordu. Kıymetçe daha az olan diğer 22 fırka da Asya harp sahalarına dağılmıştı. Düşmanın nerede ihraç yapacağı Nisan’da olduğu gibi bu defada evvelden kestirilemezdi. Gelibolu yarımadasının müdafaasında en tehlikeli yerlerin Bolayır berzahı ile şimal ve cenup grupları arasındaki boşluk olduğu görülüyordu. Fakat Asya tarafı da korunmaya muhtaç idi. Ağustos başında Asya tarafında yorgun üç fırka bulunmakta idi. Cenup grubunda 6 ve şimal grubunda 4 fırka muharebeye girmiş bulunmakta ve Liman Paşa’nın elinde ancak üç fırkalık bir ordu ihtiyatı kalmakta idi. Bu üç fırkadan ikisi Bula yır civarında ve diğer biri de şimal ve cenup grupları arasında yerleştirilmişti.

6 Ağustos

6 Ağustos öğleden sonra düşman büyük kuvvetlerle cenup grubuna taarruz etti. Akşama doğru da şimal grubunun gerisindeki arazi ağır topçu ateşi altına alınarak bu grubun sol cenahına karşı taarruz edildi. Karanlık bastıktan sonra Arıburnu şimalinde Suvla körfezine kadar olan sahada düşmanın karaya çıktığı hakkında raporlar alınmaya başlandı. Bu suretle vaziyetteki müphemiyet kalkmış oluyordu. Düşmanın, Şimal grubu sağ cenahını kuşatmaya çalıştığı görülmekte idi. Düşman çabuk ilerlemeye muvaffak olduğu takdirde Sarıbayır ve şimalindeki mıntıkaya vararak boğaz tahkimatının bir kısmına hâkim olabilirdi. Cenup grubu ile şimal grubunun sol cenahına karşı tevcih edilmiş olan taarruzların bir gösterişten ibaret olduğu anlaşılıyordu. Düşmanın ihraç yaptığı yerde ancak pek zayıf Türk kıtaatı bulunduğundan Liman Paşa güç bir vaziyete düşmüştü. Bolayır civarındaki iki fırka ile cenup grubu ihtiyatları düşman ihraç yerine doğru hareket ettirildi; Asya tarafından da bazı birlikler celp edildi. Fakat kara yolları uzak ve fena idi; bu birliklerin zamanında yetişmesi şüpheli idi.

7 ve 8 Ağustos:

Bir alman zabitinin faal müdafaası 7 Ağustos sabahı Sarı bayırda vaziyeti Türkler lehine kurtardı. Şimal ve Cenup grupları arasında sahil muhafazasında bulunan 9. Fırka’nın kumandanı Kaymakam Kanengiser Bey saat 4 dakika 80 da bu hâkim sırtları işgal etmek enirini almıştı. Fırkasından daha ileride giden mumaileyh tam zamanında yetişerek topladığı bazı zayıf kuvvetlerle yaklaşmakta olan düşmana karşı koydu ve fırkanın yetişmesine zaman kazandı. Pek yakın mesafede bulunan düşman Sarıbayır sırtlarını işgal için ciddî hiçbir teşebbüs yapmadı ve 7 Ağustos sabahı buhranı bu suretle geçirildi.[48] Düşman ancak 8 ve 9 Ağustos’ta taarruzuna devam etti. Fakat o zamana kadar Türk ihtiyatları gelmiş bulunuyordu. Yakın muharebe neticelerinde bu sırtlar birçok defalar alınıp verildikten sonra neticede Türklerin elinde kaldı.

7 Ağustos’ta Suvla körfezi şarkındaki vaziyet te ayni derece tehlikeli idi. Bu mıntıkadaki alçak sahil arazisi etrafında Sarıbayır eteklerinden uzanan zincir var i bir tepeler hattı sarp Kireçtepe’ye doğru devam eder. Bolayır mıntıkasından yürüyüşe başlayan iki fırka buraya geleceklerdi. Mesafe 40:50 km. idi. Asya sahilinden celb edilen birliklerin 48 saatte ve başkumandanlıktan istenen takviyelerin daha fazla bir zaman zarfında gelmeleri beklenebilirdi. Bu mıntıkanın müdafaası için elde bulunan kuvvet 1800 nefer ve 19 toptan ibaret olan birkaç taburluk Wilmer Bey müfrezesi idi. Bu saatlerde Çanakkale’nin tehlikede bulunduğunu gören ordu kumandanı büyük bir mesuliyet altında bulunuyordu. Liman Paşa itirazlara bakmayarak cephenin her noktasından ihtiyatları alarak Suvla istikametine yürüyüşe geçirdi ve alınmış olan tertibatı bizzat talimat vererek ikmal etti. İyi bir tesadüf eseri olarak İngilizler vaziyetin müsaadesinden istifade için hareket etmiyorlardı. Yalnız yeni ihraç yerinin ilerisindeki araziyi işgal ile iktifa ettiler. Öğleden sonra Bolayır’dan gelen fırkaların yetiştiği raporu Liman Paşa’yı müsterih etti ve 8 Ağustos sabahı mukabil taarruz için emir verildi. Fakat fırkaların ancak 9 Ağustos’ta taarruza hazır olabilecekleri ve ilk raporun bir yanlış haberden ibaret olduğu anlaşılmıştı. Bu suretle düşman bir gün daha kazanmış oluyordu. İlerisindeki zayıf perdeyi geriye atarak müstahkem mevkiin gerisine düşebilirdi. Düşmanın boğaza mesafesi ancak 15 km. idi- Binbaşı Wilmer Bey’in 7 Ağustos muharebelerde eriyerek 1000 muharip nefere inen müfrezesi karşısında 20 000 neferlik bir düşman üstünlüğü bulunmakta idi. 8 Ağustos sabahı Suvla mıntıkasına giden ordu kumandanı anlaşılmaz bir manzara gördü. Komşu Sarıbayır mıntıkasında şiddetli topçu ateşi devam ederek bütün sırtları toz ve dumana boğmasına mukabil Suvla mıntıkasında sükûnet vardı. Acele yapılmış siperler gerisinde büyük ordugâhlarda efrat istirahat ile meşguldü; sahilde efrat denize girmişlerdi.

Düşmanın 7 Ağustos’ta hiçbir hareket yapmaması ne derece anlaşılmaz bir şey ise bugünkü Türk faaliyetsizliği de öyle idi.[49]

9-21 Ağustos:

İngilizler 9 Ağustos’ta harekete başladıkları zaman Bolayır’dan gelen iki Türk fırkasının mukabil taarruzu karşısında kaldılar. Miralay Mustafa Kemal Bey kumandasında Türkler ciddî ve ağır muharebeler neticesinde 9 ve 10 Ağustos’ta düşmanı deniz kıyısındaki çıkış mevzilerine attılar. Sahile hâkim olan bütün sırtlar Türklerin elinde kalmıştı. İngilizlerin bu fena vaziyetten kurtulmak için 15 ve 21 Ağustos’ta yapmış oldukları taarruzlar da bir netice vermedi. 7 ve 8 Ağustos’ta kolayca kazanılabilecek olan bir muvaffakiyet artık İngilizler için son kuvvetlerini de sarf etmek şartı ile bile elde edilemezdi. Etraflarındaki çember kuvvetlenmişti. İngilizlerin yeniden beş fırka kullanarak[50] Çanakkale boğazını zorla açmak için yapmış oldukları teşebbüs te bu suretle akim kalmıştı.

İtilâf ordusu bu anda 11 İngiliz ve 2 Fransız fırkasına kadar çıkmış olmakla beraber elde ettiği muvaffakiyet ancak cephenin 12 km. kadar uzatılmış olmasından ibaret kaldı. Eskiden Arıburnu şimalinde olan düşman sol cenahı şimdi Suvla körfezi şimaline kadar devam etmekte idi. Düşmanın münhat olan sahilde uzun müddet dayanması şüpheli idi. Tedricen muharebe sahasında toplanan 6 Türk fırkasına “Anafarta Grubu” ismi verildi ve Mra. Mustafa Kemal Bey emrinde kaldı. Ağustos ayı nihayetinden itibaren V. Ordu bu suretle Cenup, Şimal ve Anafarta gruplarına bölünmüş oluyordu. Asya tarafında yalnız zayıf bazı birlikler bırakıldı. Ordunun kuvveti zaman zaman 22’den 17 fırkaya kadar değişmişti. Fakat fazla zayiat dolayısı ile bu anda mevcudu ancak 120 000 neferdi. V. Ordu’yu gerilerini düşünmek kaydından kurtarmak için Bolayır berzahının muhafazası vazifesi I. Ordu’ya verildi. Bu ordu 2 Teşrinden itibaren Fevzi Paşa kumandasında idi.[51] Ağustos sonunda muharebeler sükûnet buldu ve 6 Ağustos’tan evvel olduğu gibi mevzi muharebesi şeklini aldı. Kış mevsiminin yaklaşması ile ordunun ikmali bir kat daha güçleşmişti. Soğuk ve rutubetten korunmak için iyi gıda sıcak elbise ve mazbut konak lâzımdı. Halbuki memleket kaynakları tükenmişti. Buna rağmen Türk ordusunun eski harplerde olduğu gibi bulaşıcı hastalıklara tutulmaması sıhhiye işlerine dikkat ve Alman ordu başhekimi sayesinde olmuştur.[52] Bu müddet zarfında İstanbul’da cephane imalâtı da çoğalmış ve iyileşmişti. İstanbul’da yapılamayan şeyler eylül başından itibaren alman denizaltı gemileri tarafından mahdut miktarda getirildi. Diğer cephelerde iktisat edilen bütün ağır topçular Çanakkale’ye gönderilmek sureti ile ağır topçu takviye edildi. Yaz zarfında av tayyarelerde beraber birkaç Alman tayyareci de gelmişti.

Bu suretle takviye edilen harp vasıtaları ile düşmanın daha fazla ilerlemesine karşı koyulabilir fakat başka bir teşebbüs yapılamazdı. Memleketin bütün kudretinin Çanakkale’ye bağlanıp kalması harbin umumî sevk ve idaresinde de iyi tesir göstermiyordu. Buna karşı çare düşmanın Gelibolu yarımadasından tardı idi. Fakat bu ancak müttefiklerin yardımı ile olabilirdi. Büyük bir mukabil taarruz yapılabilmek için ağır ve en ağır topçunun ve bilhassa çok miktarda cephanenin celbi ve hazırlanması lâzımdı. Bu sebepten Türk Başkumandanlığı ve V. Ordu kumandanı Türkiye yolunu açacak olan Sırbistan seferinin bir an evvel başlamasını ve Bulgaristan’ın müttefiklere iltihakını sabırsızlıkla bekliyorlardı. Enver Paşa Bulgaristan’a yardım etmek için mümkün olan kuvveti ayırmağa ve hatta bunları Bulgarların emrine vermeye hazır bulunuyordu.

Bu sırada düşmanın Çanakkale cephesini boşaltmak tasavvurunda olduğunu gösteren ilk alâmetler belirdi. Ağustos nihayetinden beri düşmanın hiçbir ciddî taarruza teşebbüs etmemiş olması dikkate değerdi. 1. Teşrin başında Sırbistan’a yardım için Selânik’ee çıkarılan itilâf fırkalarından bir kısmı Çanakkale’den alınmıştı. Bazı alâmetlerde Gelibolu yarımadasının yakında tahliye edilmeyeceğini göstermekte idi. 21 Ağustos’ta İtalya tarafından Türkiye’ye harp ilân edilmişti. O zamandan beri İtalya’nın da Çanakkale seferine iştirak edeceği şayiaları ısrarla devam etmekte idi. Bilhassa Eylül nihayetinde çıkan şayialara göre adalara takviye kuvvetleri getirildiği ve itilâfçıların yakında büyük bir taarruz yapacaktan söyleniyordu. Türk Başkumandanlığı düşman tarafından Gelibolu yarımadasının boşaltılacağına kanaat ettiği halde V. Ordu Kumandanlığı bunun aksine taarruz haberlerine inanıyordu. Enver Paşa Eylül nihayetinde II. Ordu’nun tedricen Çanakkale cephesinden geri alınmasını emretti. Bu ordu Temmuz’dan beri Çanakkale’de bulunuyordu. Bunun sebebi: Bulgaristan ile yapılan askerî itilâfta Trakya’da kuvvetli bir ordu bulundurmak taahhüdü altına girilmiş olması idi. Bunların yerine kıymetçe daha aşağı bazı birlikler V. Ordu emrine verildi. 1. Teşrinden itibaren V. Ordu’nun kuvveti 14 fırkaya inmişti.

2. Teşrin ve 1. Kânun:

Düşmanın çekileceği veyahut taarruza devam edeceği hakkında muhtelif düşünce ve kanaat sahibi olan Türk Başkumandanlığı ve V. Ordu kumandanı bu ihtilâfa rağmen büyük mukabil taarruzun mümkün mertebe süratle yapılması lâzım geldiğinde ittifak etmişlerdi. 24-2. Teşrinde Orsova’da Enver Paşa ile mülakat eden Jeneral Falkenhayn de Gelibolu yarımadasından düşmanın atılmasının en mühim ve müstacel bir hedef olduğunu söylemişti. 2-2. Teşrinde Alman Başkumandanlığı bu iş için icap eden vesait ve malzeme miktarını sorduğundan artık filiyata geçilmiş sayılırdı. Taarruz için fennî birlikler ile 20 ağır batarya ve birçok cephane istendi. Alman Başkumandanlığı bunları vereceğini bildirdi. Avusturya-Macar ordusu da yardım vadetti. Daha şimdiden Almanya’dan istihkâm ve topçu kumandanları Türkiye’ye giderek mahallî ahvali tetkike başladılar. 2. Teşrin ortasında ve 1. Kânun başında ilk takviye olarak ağır 2 Avusturya bataryası Türkiye’ye geldi. İlk cephane trenleri de İstanbul’a varmıştı. Fakat Sırbistan üzerinden irtibatın fenalığı sebebile Türkiye tarafından istenen bütün malzemenin sevkı için haftalar lâzımdı. Aynı zamanda V. Ordu’nun seçme fırkaları sıra ile cepheden geriye alınarak taarruz vazifeleri için talim ve tedris edilmekte idiler. İlk tahliye alâmetinde derhal mukabil taarruza geçmek için bütün hazırlıklar yapılmakta idi. Düşman tarafında gündüzleri mutat olan faaliyet görülüyordu; fakat geceleri ne gibi faaliyet gösterildiği anlaşılamıyordu. Her gece düşman cephesini yoklayan Türk keşif kolları işgal tarzında bir değişiklik olmadığını görüyorlardı.

e) Düşmanın Çekilmesi

Çanakkale’deki muharebeler neticesinin gayrimüsait devam etmesi İngiliz ve Fransızları daima meşgul etmişti.

Çanakkale muharebeleri tahminden pek fazla kuvvete ihtiyaç göstererek Fransa harp sahasının zararına devam ettiği görüldüğünden bu suretle kuvvetlerin taksimi aleyhinde fikirler baş göstermeye başladı. İngilizler aldıkları tedbirlerde Fransız müttefiklerde uyuşmak mecburiyetinde bulunduklarından ve Fransızların Çanakkale seferi hakkındaki düşünceleri ise daima değişmekte olduğundan sevk ve idare için ayrı bir güçlük meydana geliyordu. Çanakkale seferine yardım için Rusların da İstanbul boğazına karşı bir ihraç yapmaları hakkındaki düşünce Rusya tarafından ancak İstanbulini işgali sırasında nazarı itibara alacağa benziyordu. İstanbul’un zaptı ümitleri azalınca Rusya da sefere iştirakten çekinmeye başlamıştı. 1915 Mayıs’tan itibaren Lehistan ve Galiçya’daki Rus vaziyeti esasen böyle bir teşebbüse imkân verecek gibi değildi.

Ağustos başından beri İtilâf Devletleri Çanakkale’de 13 fırka muharebeye sokmuşlardı. O zamandan beri Jeneral Hamilton 100,000 nefer daha istemişti. Fakat umumî vaziyet karşısında İngiliz harp meclisi bu talebi kabul etmedi. Lort Kitchener daha Ağustos sonunda bu kadar fedakârlıklar ile elde edilmiş olan işgal mıntıkalarını boşaltmayı düşünmeye başlamıştı. Fransızlar tarafından 6 Fransız fırkası ile Asya tarafından boğaza karşı kat’î bir taarruz tertibi için yapılan teklif te geri bırakıldı. Zira Fransa harp sahasında yapılan taarruz için bütün kuvvetlere ihtiyaç vardı. Eylül nihayetinde müttefikler ve Bulgaristan’ın Sirbiya’ya karşı taarruz edecekleri anlaşılınca Çanakkale’den alınan kuvvetler Sırbistan’a çabuk yardım için 1. Teşrin başında Selânik’e çıkarıldılar. Bundan sonra merkezi sıkletin Selanik’te mi yoksa Çanakkale’de mi bulunması lâzım geleceği münakaşalı bir mesele haline girmişti.

1.Teşrin sonunda Fransa artık Çanakkale ordusunun takviye edilmeyeceği kararını kabul ettiğinden bütün bu seferin hedefi olan istanbulini zaptı emelinden de vazgeçilmiş oluyordu. Yalnız karar verilmesi lâzım gelen mesele: Elde edilmiş olan arazinin muhafaza mı yoksa terk mi edileceği meselesi idi. İngiliz askerî makamları Çanakkale Ordu Kumandanı ve Harbiye Nazırı Lort Kitchener de dahil olduğu halde tahliye taraftarı idiler. Zira Kitchener’e Mısır’daki İngiliz kuvvetlerinin takviyesi lâzım geliyordu; hükümet erkânından birçokları da bu fikrin aleyhinde idiler . Bu iki fikrin ortası bir hal tarzı kabul edildi. 8-1. Kânunda Chantilly müzakeresinde İngiliz ve Fransızlar kat’î olarak tahliyeye karar verdikleri zaman İngilizler bu mühim deniz yolu üzerindekimevzilerini büsbütün elden bırakmak istemiyorlardı. Gelibolu yarımadasının donanmanın toplamım hakimiyeti altındaki Cenup köşesini işgale devam etmek ve boğaza hâkim kalmak emelleri idi.

1915 1. Kânun sonu:

20-1. Kânun gecesi Arıburnu ve Anafarta cepheleri boşaltıldı. Fecir zamanı başlayan kalın sis İngilizler için elverişli idi. İyi hazırlanan ve iyi yapılan geri çekilme zayiatsız oldu.

1916 2. Kânun:

O zamandan beri Türkler Seddülbahir mıntıkasında düşmanı daha sıkı bir surette göz altında bulunduruyorlardı. 1916 Senesinin ilk günlerinde düşmanın bu mm takayı da boşaltacağına dair olan alâmetler çoğaldı .7-2. Kânunda Liman Paşa tarafından tertip edilen cebrî bir keşif noksan yapıldı. Bu kaşif esnasında düşmanın karadaki topçusunun ateşi oldukça zayıflamış bulunduğu görüldü. Buna mukabil gemi topçusunun ateşi fazlalaşmıştı. 27-1. Kânunda İngilizler Seddülbahir mıntıkasının da boşaltmağa karar vermişler ve işe başlamışlardı. 9-2. Kânunda gece son kıt’alarını da gemilerine bindirerek ayrıldılar. Mâniler ve gemilerden yapılan ateşler takip eden Türk birliklerini geri bıraktı. Düşman birinci ve ikinci tahliyede birçok malzeme bırakmıştı. Fakat iğtinam edilen top adedi eski ve tahrip edilmiş olarak ancak 16 idi.

İngiliz ve Fransızların çekilmesi dolayısı ile Çanakkale artık bir harp sahası değildi. Mukabil taarruz için nakliyatı hazırlanan alman birlikleri geri kaldı. Türk donanmasının Adalar Denizi’ne çıkmasına karşı koymak üzere bundan sonra da bir İngiliz-Fransız donanması Limni adasına dayanmak şartı ile boğaz önünde kalmıştı. Seddülbahir mıntıkasında bulunan ve 1, 2 -2. Kânun zarfında İngilizler tarafından değiştirilen Fransız birlikleri geriye nakledilmek için Midilli adasına çıkarılmışlardı.

f) Mütalealar

Çanakkale seferi 1915 yaz ve sonbaharı zarfında birçok düşman kuvvetlerini bağlamış ve Garp cephesinden uzak bulundurmuştu. Buna karşı kullanılan alman kuvveti hemen hiç idi. Türkiye Alman garp cephesine esaslı surette yardım göstermiş bulunuyordu. İngilizler tarafından 410 000 ye Fransızlar tarafından 79000 nefer olmak üzere yanın milyon asker tedricî surette Çanakkale’ye karşı kullanılmıştı. Sekiz ay devam eden muharebeler zarfında düşman 252 000 neferden fazla zayiat yermişti. Bundan 142000 neferi muharebelerde verilen zayiatı teşkil ediyordu [115000 İngiliz, 27 000 Fransız][53]. Türklerin bizzat kendi resmî membalarına göre Türk zayiatı 165 000 nefer olmak üzere biraz daha fazla idi.[54] Gelibolu Yarımadası’nın tahliyesi ile İtilâf Devletleri’nin büyük ümitlerle girişmiş oldukları bir sefer kapanmış oluyordu.

Bu seferin hedefi: Türkiye’yi ezmek Rusya ile iyi bir irtibat tesis etmek ve Balkan Devletleri’ni müttefik sıfatı ile merkezî devletler aleyhine harbe celp etmekti. İtilâf Devletleri buna muvaffak oldukları takdirde müttefik devletler etrafında sıkı bir çember meydana gelecek ve bilhassa Avusturya-Macaristan Devleti’nin vaziyeti çok tehlikeli bir hal alacaktı. Bu tehlikeyi bertaraf etmiş olmak şerefi Çanakkale’yi müdafaa edenlere aittir.[55]

Türk ordusunun birçok mahrumiyetlere ve harp vasıtalarına büyük düşman üstünlüğüne rağmen sonuna kadar siperlerinde sebat etmesi sayesinde zafer kazanılmıştır. Türk ordusunun Çanakkale’de gösterdiği kabiliyetin en şerefli harp icraatından olduğuna şüphe yoktur. Liman Paşa’nın azimkar idaresi de zaferde çok müessir oldu. Kendisine bu vazifesinde 500 alman zabit, memur, küçük zabit ve efradı da yardım etmiştir. Bunlar kara ordusunda ve müstahkem mevkide muhtelif yerlere dağılmış bulunuyorlardı. Liman Paşa’nın vazifesi çok büyük ve mesuliyetli idi. Düşman teşebbüs ve baskın yapabilmek faidelerine malik bulunuyordu. Takip ettiği hedefler yakındı. Buna mukabil Çanakkale müdafileri düşmanın istediği yerde muharebeyi kabul etmek mecburiyetinde idiler. Çanakkale’nin gerisinde memleketin kalbini teşkil eden İstanbul bulunduğundan her karış toprağın sonuna kadar müdafaası lâzım geliyordu. Çok defalar Çanakkale’nin akıbeti bir bıçak sırtında durmuştu. Fakat en tehlikeli zamanlarda bile Türk ordusunun cesaret ve metaneti ile ordu kumandalımın soğuk kanlılığı sarsılmadı. Liman Paşa icap eden yerlerde azimkârane en doğru tedbirleri tatbik ve müdahale etti.

Harp vaziyetinin Balkanda inkişafı bakımından Çanakkale zaferinin büyük ehemmiyeti vardı. Türkiye tarafından düşman taarruzlarının muvaffakiyetle tardı Balkan Devletleri tarafından vaziyetin müttefikler lehine olarak mütaleasını mucip oldu. Çanakkale’de elde edilen zafer Bulgaristan’ın Almanya’ya iltihakını temin ve Romanya ile Yunanistan’ın daha 1915’te İtilâf Devletleri ile harbe girmesini menetmiştir. Çanakkale’nin boşaltılması İtilâf Devletlerinin Selanik’te ciddî harekâta geçeceklerine dair bir alâmetti. Fakat buna mukabil Türk kuvvetleri de başka cephelerde kullanılmak için serbest kalıyorlardı. Almanya ve Avusturya’dan Türkiye’ye giden yol açılmış bulunduğundan bundan sonra Türkiye’nin Mısır, İran ve Kafkasya’da İngiliz ve Ruslara karşı daha kuvvetli taarruzları yapması kabil olacaktı.


[1] Bu kısım askeri harekâtın anlaşılması için lazım gelen esasları ihtiva etmektedir. Umumi tarih bakımından her noktada mükemmel bir halde değildir.

[2] Harp Mes’uliyeti Hakkında Alman Beyaz Kitabı, s. 111

[3] Bu vak’a ile Alman filosunun Akdeniz’deki ve Karadeniz’deki faaliyeti hakkında bahriye arşivinin “1914-1918 Deniz Harbi, Türk Sularında Harp, 1.Cilt, Akdeniz fırkası” eserine müracaat edilmelidir.

[4] Konrad V. Höçendorfun Hatıratı, IV. Cilt, s, 174 ve 205

[5] Avusturya’nın Resmi Eseri, I. Cilt, s.95

[6] Avusturya Resmi Eseri, II. Cilt, s.28

[7] Konrad, IV. Cilt, s. 395 Avusturya Resmi Eseri, I. Cilt, s.102

[8] Avusturya Resmi Eseri, I. Cilt, s.148

[9] 5. Cilt, s. 14 ve 553

[10] 5. Cilt, s.405

[11] S. 169 ve 5. Cilt s,561

[12] Türkiye Rusya’ya harp ilan etmemiştir. Harp, Rusların Karadeniz hadisesi üzerine Türklerin diplomasi müracaatlarını kabul etmeyerek [Meclis zabıtları sahife 10:16, Jeneral Maslofeski; birinci kısım] 1-2. Teşrin 1914 sabah saat 6 evvelde bilfiil Osmanlı hudutlarından taarruzlar ile başlamıştır. Karadeniz hadisesinde bir mes’uliyet aranırsa bu da Osmanlı Hükümeti’nin mükerrer mümanaatlerine [Meclis zabıtları sahife-18, Şube-5] rağmen zorla Karadeniz’e donanmayı çıkaran Almanların kendilerinde aramak lazımdır. Eğer bu kitabın 11. Sahifesinde Alman Hariciye Nazırı Fon Yakov’un “Türkiye’nin harbe girmesi için Avusturya’nın muzafferiyeti ve ikinci derecede Romanya’nın hareket tarzı müessirdir” ifadesini, harbe girildiği zamanki Avusturya ve müttefik cephelerin fena gidişleri Romanya’nın daha harbe girmemiş şüpheli vaziyeti ile karşılaştırıp tahlil edersek Osmanlı İmparatorluğu’nun harbe girişini (Sırf Almanların kendiliklerinden Karadeniz’de hareket geçmelerinin ve Osmanlı Hükümetini muhakkak harbe girmeye tazyik eylemelerinin) [Alman Resmi Arşivi B. Harp 9.Cilt, sahife-76,78], [Meclis zabıtları sahife-18] neticesi olarak kabul etmek lazım gelir.

[13] S,140

[14] Bu hususta kat’i bir vesika bulunamamıştır.

[15] S,139

[16] 6. Cilt, s.408

[17] Avusturya Resmi Eseri, I. Cilt, s.759,762

[18] Avusturya Resmi Eseri, II. Cilt, s.303

[19] Avusturya Resmi Eseri, II. Cilt, s.141

[20] S,168 ve 4. Cilt s,417

[21] Konrad’ın Hatıraları, 5.Cilt, s. 811

[22] Avusturya Resmi Eseri, 1. Cilt, s.71

[23] 6. Cilt, s.419

[24] 7. Cilt, s.1

[25] Avusturya’nın Resmi Eseri, 2. Cilt, s.276

[26] 7. Cilt, s.326

[27] 7. Cilt, s.327

[28] Avusturya’nın Resmi Eseri, 2. Cilt, s.276

[29] Büyük Harp, 7. Cilt, s.327

[30] Bu ifade hakikate uygun değildir.

[31] 8. Cilt, s.10 ve 17

[32] Merkezi devletlerin bu buhranlı vaziyette bile Türkiye’nin kendi arazisinden fedakarlığına mukabil henüz kendi ellerinde olmayan Sırp toprağını nasıl kıskandıkları dikkate değer.

[33] Sarıkamış meydan muharebeleri planının esası daha İstanbul’dan hazırlanmış ve Bronzar von Şellendorf’un imzasını taşıyan bir direktifle alelacele Mecidiye kruvazörüne bindirilip Kafkasya’ya gönderilen Erkanıharbiye-i Umumiye İkinci Reisi Hafız Hakkı Bey’e [Paşa] verilmişti [Harp Tarihi encümeni Merkez Arşivi; Büyük Harpte Kafkas Cephesi, Erkanıharp Miralayı Baki Bey, 2. Cilt, sahife.365]. Bundan sonra plan ve plana ait teferruatta Almanların bilhassa Bronzar’ın malumat, mütaleatı da iltihak etmek sureti ile takarrür ettirilmişti. [Büyük Harpte Kafkas Cephesi’ndeki Muharebeler, Alman Kaymakamı Göze, sahife.36]. Bu planın icrasında kuşatmaya memur 10. Kolordu’nun mevzii kazandığı Olti muzafferiyetini müteakip Kars istikametinde düşman takibine koyulması hatası ise hiçbir zamanda Bronzar tarafından tashih edilmemiştir ve edilemez de. Esasen Sarıkamış karşısında karlar üzerinde açıkta bulunan Başkumandan karargahı ile geçilmez karlı dağlar üzerinde yürüyüş yapan 10. Kolordu arasındaki muvasalanın güçlüğü ve hatta yokluğu zaten bunu düzeltmeye imkan ve zaman bırakacak mahiyette değildi. Bu cihetle de Sarıkamış planının tahakkuk etmemesinin saikı mevsimin şiddeti, muvasalasızlık ve ikmalsizlik olup yoksa Bronzar Paşa’nın nasihatlerinin dinlenmemesi değildir.

[34] O zamana kadar II. Ordu Kumandanı olan Cemal Paşa’nın yerine Vehip Paşa geçmişti. Eski IV. Ordu Kumandanı Zeki Paşa murahhas olarak Alman Başkumandanlık karargahına gönderilmişti.

[35] 29. İngiliz Fırkası, 1. Avustralya Fırkası, Avustralya-Yeni Zeland Fırkası, Bahriye Fırkası, bir Fransız fırkası.

[36] İngiliz Resmi Gelibolu Eseri, 1. Cilt, s.67,170

[37] 1915 Nisan’da şöyle idi: 3., 15. Kolordular. 3., 5., 9., 11., 19., Fırkalar ve takviyeli 1. Sv. L.

[38] (Çanakkale) Büyük Harp tarihinde tamamıyla Türk ordusunun eseri ve Türk süngüsünün zaferidir. Seddülbahir’de, Arıburnu’nda Anafartalar’da Osmanlı İmparatorluğu’nu muhakkak mühim bir badireden kurtaran kuvvetler ve onun bilfiil muharebe hatları içerisinde döğüşen kumandanları Türk’tü. İlk ihraçtan [22 Nisan 1915] başlayan ve iki taburla 12,5 İngiliz taburunu karşısında kahramanca tutan [Bu eser sahife 48] kuvvet ve onun kumandanları kâmilen Türk’tü. Bidayette Çanakkale’de bulunan 6 fırkadan iki fırkasının kumandanı Alman, dört fırkanın kumandanı Türk’tü. Alay, tabur ve bölük kumandanları kâmilen Türk’tü. Bilâhare en kızgın muharebeler esnasında dört grup kumandanlığından biri Alman üçü Türk, üç ordu kumandanından biri Alman ikisi Türk, on üç fırka kumandanından ikisi Alman, on biri Türk’tü [Resmi Harp Tarihi Encümeni Vesikaları, Büyük Harp Arşivi].

Bu Almanlardan “Kaninkiser” Arıburnu’nda yaralanıp geriye gittiğinden muharebeye bir tesiri olmadı. “Zodanştern” Seddülbahir mıntıkasında attan düştüğünden İstanbul’a gönderildi. Bu zat fena tertip edilmiş muvaffakiyetsiz taarruzlarından dolayı Liman tarafından muaheze edilmişti [Liman von Sanders. Türkiye’de beş sene zeyli sahife — 320], Nikolây ise bidayette nümayişten ibaret olan Anadolu yakasındaki Kumkale ihracına karşı bulunuyordu ki, Gelibolu cihetindeki hayati muharebelerde bu esnada amil olmamıştı. Cenup grubunda bilâhare kumandan tayin edilen “Weber”in fena idaresi sebebiyle buradan değiştirilerek yerine bir Türk kumandanı konmuş ve bunun muvaffakiyeti Liman taralından takdir edilmişti [Türkiye’de Beş Sene S. 75].

Artık bir tetkikle en ateşli mıntıkaların, en tehlikeli muharebelerin mihrakını teşkil eden mıntakalarda Türk kumandanlarının sevk ve idaresini, Türk neferinin kahramanca boğuşmalarım görmek ve bunları Çanakkale hakkında bütün neşredilmiş dost ve düşman neşriyatı ile elimizde mevcut vesikalarımızda bulmak her zaman mümkündür.

Sadece Seddülbahir, Arıburnu, Anafartalar tamamıyla Türk kumandanlarının ve Türk askerlerinin muvaffakiyetli eserleridir, Bilâkis düşmanın karada ihracının kabulü [Liman von Sanders Türkiye’de beş sene sahife — 58], [İzzeddin Paşanın Harp Akademisi konferans serisi numara 5, sahife 4] Geceli gündüzlü mezbuhane muvaffakiyetsiz ağır zayiatlı taarruzlar gibi Türk ordusuna çok pahalıya oturan sevk ve idarenin de amili orduya kumanda eden bizzat Liman von Sanders idi. Liman Paşa beşinci Türk ordusunun Çanak- kalede kumandanı bulunarak şahsî bir iftihar kazanmış ise bunu kendi kitabının 90. sahifesinde dediği gibi ancak «Cesur Osmanlı ordusunun muvaffakıyeti daimesile müftehirdir» vecizesine borçludur. Buna ayni kitabın 82. sahifesinde Gazi Hazretleri için ve 75. Sahifede diğer kumandanlar için Liman von Sanders’in yazdığı methiye ve ifadeler de kâfi bir delil teşkil eder.

Biz Almanların şu Büyük Harp eserinin Çanakkale ve Türkler hakkındaki ifadelerinde; İngiliz Jenerali Tavushend’in [Irak seferim birinci kısım] dediği gibi Avrupa’da hiçbir asker yoktur ki —bu ifadenin altını çiziyorum — Müdafaada Türklerle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet İyi oldukları farz olunabilir. Fakat siperlerde bulunduğu zaman onlar Türklerle mukayese edilemez. Buna vereceğim bir misal Gelibolu’dur. Orada bizim gemi ateşlerimizle birçok zayiata uğrayan kıtaat «eğer Alman olsalardı yerlerinde kalamazlar ve derhal Türklerle tebdil edilirlerdi. Halbuki Türkler bütün muharebe müddetince yerlerinde kaldılar», diyeceklerini beklemeyiz. Hiç olmazsa Alman Molman’ın 1915’te Çanakkale eserinin baş taraflarında dediği gibi «Türk ordusunun Gelibolu yarımadasında yaptığı fedakarlıklar hiç itirazsız Büyük Harbin en büyük ve şerefli vak’aları sırasına geçmiştir» gibi esaslı bir kadirşinaslık gösterilmesini isterdik. [Harp Tarihi Encümeni]

[39]  İlk muharebelerde Çanakkale’de tek bir Alman neferi yoktu. Donanmadan çıkarılan 2 ağır makinalı tüfekle, iş görebileceklerinin, sayısı (200) neferi bulmayan ve nihayet muhtelif sebeplerle (kırk) kişiye kadar inen bir istihkâm bölüğü ancak Haziran zarfında orduya iltihak etmiştir [Bu kitabın 61. sahifesine bakıla].

Bunların vazifeleri olan “Lağım kazma, patlatma”yı yine Türkler yapıyor ve kendileri geride bulunarak uzaktan parmakla gösteriyorlardı.

Yüzbinlerce insanın gırtlak gırtlağa boğuştuğu böyle bir muharebe sahasında (40) Alman neferinin varlığı kolayca mukayese olunabilir. [Harp Tarihi Encümeni]

[40] Alman zabitlerinin orduda bazı hizmetleri inkâr edilememekle beraber Çanakkale’de birkaç tayyareci ile torpil efradından başka mühim bir hizmet almamışlardır. Alman asken heyetinden bazıları kendi mensup oldukları birlikler ile beraber geldiler ileri hatta yalnız noksan mevcutlu bir istihkâm bölüğü ile bir Ağ. Mt. Bl. vardı. Bunlar da ilk muharebelerde silâhlarını bırakarak panik yapmışlar ve ayrılmışlardır. Çanakkale’deki Alman iştiraki diğer cephelerden fazla ve farklı değildi.

[41] 7. Cilt, s. 364, 8. Cilt, s.12

[42] Böyle bir ihtimal pek varit olmasa gerektir.

[43] Arıburnu muvaffakiyeti tamamıyla Gazi l Mustafa Kemal 1 hareketlerinin eseridir. Esasen muharebenin başlangıcından itibaren ilk teşebbüsler tamamıyla Türk kumandanlarınındır. İlk ihraç başladığı esnalarda ihtiyatta bulunan 19. Fırka kumandanı [Kaymakam Mustafa Kemal Bey ] düşmanın Arıburnu’na çıktığını Maydos’ta 9. Fırka kumandanlığından haber alınca yalnız hiçbir yerden emir almaksızın kendiliğinden bir piyade alayı ve bir dağ bataryası ile acele Arıburnu istikametinde bizzat hareket ederek Kocaçimen [ Sarıbayır ] tepesine doğru ilerlemekte olan düşmana hücuma başlamış ve düşmanı sahilde dar bir mıntıkaya sürmeğe ve sıkıştırmağa muvaffak olmuştur. O gün akşama doğru fırkasının diğer alaylarım da buraya celbetmiştir. Bu sırada Maydos’ta bulunan 9. Fırka kumandanı Miralay Halil Sami Bey de ihtiyatta bulunan fırkasının mütebaki kısmı ile Kirte’ye Hareket etmiştir.

Görülüyor ki, ilk karaya çıkış gününün bütün yükü 9. ve 19. Fırkalarla onların Türk kumandanlarının sırtında muvaffakiyetle taşınmıştır. [Harp Encümeni]

[44] Düşman 12,5 tabur idi [İngiliz Resmi Eseri: Gelibolu, 1. Cilt, s.244,255]

[45] 42. İngiliz, 52. Müstahfız, 2. Fransız Fırkaları.

[46] Bir ordu için iki Mt. Kıt’asının takviyesi ne faide getirebileceği meydandadır.

[47] Bu torpido «Muaveneti Milliye» muhribiydi. Kumandam Türk Binbaşı Ahmet Bey idi. [Bugün Elâzız Meb’usu ] alman Firle o zaman mülâzim rütbesinde olup Ahmet Beyin emrinde bulunuyordu . Bu şerefin vak’adan sonra şahsan büyük takdire ve takdirnameye mazhar olmuş bulunan asıl torpido kumandanından alınıp alman mülûzimine atfedilmesi bir Almanlık gayesini gütmekten başka bir şey değildir. [Harp Tarihi Encümeni]

[48] Anafartalar vaziyetinin Türkler lehine kurtarılmasının bir alman zabitinin eseri olduğunu iddia etmek bir haksızlıktır. Hakikat şudur:

Arıburnu mıntıkasının sağ cenahını işgal eden 19. fırka K. Mra. MUSTAFA KEMAL B. [GAZÎ HZ.] düşmanın CONKBAYIRI ve KOCAÇEMEN tepesini (Sarıbayırı) işgal etmesi halinde ARIBURNU mıntıkası vaziyetinin tehlikeye düşeceğini görerek; 7 — Ağustos sabahı kendi emrinde Düztepe’de bulunan 14. Piyade Alayı 1. Tabur’unu ve 72. P. A. 2. Tb . dan iki B1. ü KOCAÇEMEN ile CONKBAYIRI arasındaki sırtlan işgal ederek 9. F. gelinceye kadar düşmanı tevkif etmeleri için hemen yola çıkarmış ve bu kuvvet bu sırtları sabahleyin saat S de işgal ettiği zaman düşman da CONKBAYIRI’na pek ziyade yaklaşmıştı.

Bu esnada Kemal yerinde bulunan 9 . F. K . Kay . Kanengiser ŞİMAL GRUPUNDAN ALDIĞI EMİR ÜZERİNE buraya hareket etmiş ve buradaki kıt’aların kumandasını deruhte etmiş ve fırkasının iki alayını ve topçusunu mevzie sokmuştur.

Saat 9 dakika 30 da kendisi; topçu mevzii yakınında bulunurken bir makinalı tüfek kurşunu ile yaralandığından geri gitmeye VE BU MINTAKA KUMANDANLIĞINDAN ÇEKİLMEYE MECBUR OLMUŞTUR. Bundan sonraki ANAFARTALAR muharebeleri de GAZİ HAZRETLERİ tarafından idare edilmiştir,

Bu takdirde ANAFARTALAR’da vaziyetin TÜRKLER lehine kurtarılması — Kanengiser’in şahsî cesaretine rağmen — 9 . F. maiyet kumandanları ve askerleri ile GAZİ HAZRETLERİ’nin yüksek idarelerine medyundur. [Harp Tarihi Encümeni]

[49] Türklerin faaliyetsizliği ve ataleti mevzuu bahs olamaz. Türkler esaslı taarruzlarını ancak Saros grubundan gelecek olan iki fırka [12 , 7 . ] nin varışları ile yapabilirlerdi . Bu fırkalar ihraç mıntakasma hemen 50 kilometre uzakta bulunuyorlardı. Emri aldıkları anda hareket halinde ardı kesilmek sizin yürüdükleri takdirde bile 8 — Ağustos günü ancak yorgun argın hedefe varabilirlerdi …

Nitekim hakikatte de böyle olmuştur. Kısa bir pergel hesabı ile bunun başka türlü olamayacağı düşünülebilirdi. Bu İtibarla ne kıt’aların hareketlerinde ne de İngilizlerin boş durduklarının söylendiği günde bir mukabil taarruz fikrinde gevşeklik ve faaliyetsizlik mevzuu bahs olamaz. Bilâkis Liman von Sanderes; Saros cihetinden çok fazla kuşku içerisinde bulunduğundan Cenuba yardım edebilecek kuvvetleri böyle 50 kilometre uzakta ve Şimalde bulundurmakla hata etmiş ve bunların Anafartalar sahasına yetişmeleri imkânını geciktirmiş bulunuyordu. 8 Ağustos faaliyetsiz geçmişse bunun müsebbibi Türkler değil; iki fırkayı daha uygun ve mütevassıt bir mıntıkaya koydurmayan ve yürüyüş kudret ve İmkânını göz önüne almayan ordunun kumandanı Liman von Sanders Paşa’dır. [Harp Tarihi Encümeni]

[50] 10., 11., 13., İngiliz Fırkaları ile 53. Ve 54. Mustahfız F. ların piyadeleri.

[51] Fevzi Paşa Hazretleri I. Ordu’ya değil Gazi Hazretleri’nden sonra Anafartalar Grubu’ndaki kuvvetlere kumanda etmişlerdir.

[52] Çanakkale harbini yaşamış cephedeki bütün fertler bilir ki, harbin hiçbir safhasında bir alman başhekiminin yüzünü ve cephedeki şartları görmek üzere gezdiğini görmemişlerdir. Balkan harbinin büyük felâketlerinden ibret almış olan Türk hekimliğinin binlerce insanın günde yaralanıp hastaneleri doldurduğu bir devirde daracık bir yarımada içinde yığın halindeki insanlar içerisinde ve yazın yakıcı güneşi altında, hastalık kaynağı olan kokmuş ve çürümüş ölü cesetleri arasında yılmadan çalışan, bir elinde neşter diğer elinde şırınga durmadan mücadele eden yüzlerce Türk tabiplerinin hizmetlerini küçülterek bütün şerefi bir alman başhekimine inhisar ettirmenin maksadı; okuyanlarca kolayca anlaşılabilir. [Harp Tarihi Encümeni]

[53] İngilizlerin Resmi Eseri; Gelibolu, 2. Cilt, s.484, Fransız Resmi Eseri 8. Cilt, s.126

[54] Türk Erkanıharbiyesi; Çanakkale Seferi [Larcherin tercümesi]

[55] Çanakkale müdafaasının şerefi; kanı ile, canı ile, başı ile bu müdafaayı yaratan Türklere aittir denemiyor.

Fakat aşağıdaki satırlar ile güneş gibi aşikâr bir hakikati de zikretmekten uzak kalınamıyor. 300 bin mevcuduna varan Türk ordusu içinde çoğunu; istihkâm, denizci, levazım, sıhhiye, fabrika ve fen zabitlerini ve neferlerini teşkil eden yalnız 500 kadar Alamana Çanakkale müdafaasının şerefini vermek pek büyük haksızlık olur. [Harp Tarihi Encümeni]

Ayrıca Kontrol Et

Çanakkale Savaşı’ndan Günümüze Ulaşan Tek Gemi: HMS M33

Yazan: Onur KUŞKU Avrupa ana karasında başlayan Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) çok geçmeden geniş coğrafyalara …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.