Çanakkale’nin Canlı Tarihi -2-

27’nci Alay’ın 2’nci makinalı tüfek bölüğünde ilk defa çakmak çakan (ateş eden) Mustafa Zebek, bir gün gene ateş hattında iken yan tarafında bir bomba düşmüş. Açılan çukura yuvarlanan Zebek’in üstü topraklarla örtülmüş. Arkadaşları güç bela çıkarmışlar Zebek’i toprak altından. Bir saat sonra tekrar bir bomba ve Zebek gene toprak altında. Bu defa da kurtulmuş toprak altından.

-“Peki yara almadın mı hiç?” diye sordum.

-“Allah’ın izniyle almadım.” dedi. “Hem toprak altında saatlerce kalmak yetmiyor mu?” diye ilave etti.

12 yıl silah altında kalarak çakmak çakan Mustafa Zebek, bir gün de Gazi Mustafa Kemal ile karşılaşmış. Teftiş varmış günlerden bir gün. Zebek’in eline şanlı bayrağımızı vermişler. Yırtık ayakkabılarla en önde Gazi’nin önünden geçerken çağırmış kendisini:

-“Niçin ayakkabıların bu kadar yırtık” deyince, Gazi ilkin şaşırmış, yutkunmuş sonra cevaplamış:

-“Yırtıldı komutanım.”

Biraz sonra kendisine yepyeni bir ayakkabı vermişler. İşin tuhafı diyor Zebek; “O zaman beni ayakkabı sahibi yapanın Gazi Mustafa Kemal olduğunu bilmiyordum. Sonradan öğrendim.”

Yalova Köyü

1964 yılında gitmiştim. İlk kez Yalova’ya. O zaman Yalova’da 2 gazi vardı. Ali Tezcan ve Ali Kılıç. Bu kere gittiğimde ikisini de sordum. Tezcan için “rahmetlik oldu” dediler.

Ali Kılıç’ı bahçesinde, dut ağacının dibinde dinlenirken buldum. Kılıç ilk önce tanıyamadı beni. Sonra hatırlayınca, boynuma sarıldı. “Unutmamışsın evlat bizi” diye.

Kılıç, “O günleri unutmak zor.” diye söze başladı ve “Sen biliyorsun öte yanını, anlatmayayım.” diyerek sözü bağladı.

Ali Kılıç’ın da o günlerdeki anıları şöyle:

“9. Fırka, 27. Alay, 2. Tabur, 4. Bölük, 2. Takım, 1. Manganın ikinci neferiydim. Alay komutanımız Şefik (Albay) Bey, tabur kumandanımız da İsmet Beydi. İngilizler bir gece sabaha karşı Arıburnu’na çıkartma yaptılar. Sağımızda 1. Takım, solumuzda 3. Takım vardı. Deniz biraz ilerimizdeydi. Deniz üzerinde irili ufaklı düşman gemileri sıralanmıştı. Karaya yığılan düşman ilerliyor. 1. ve 3. Takımları içeriye doğru püskürtülüyordu. Sahil kum gibi kaynıyordu. Bizi göremedikleri için Kocadere’ye doğru ilerliyordu. Biraz sonra Mehmet Çavuş Abidesi mevkiinde kanlı bir istihkâm savaşı başladı. Bizim siperler düşmanın gerisinde kaldı. Göktepe’den Selim, Şerbetli’den Koca Mehmet ile Deveci Mehmet, Biga’nın İdris köyünden Bekir Onbaşı ve nihayet Osman hatırlayabildiğim manga arkadaşlarımdı. Yiyeceğimiz kalmamış, iyice de acıkmıştık. Beni görevlendirdiler. Bir ara sürünerek dışarı çıktım ve deve dikenlerini siper ederek ilerlemeye başladım. Devamlı sürünüyordum. Bir dere yatağına kadar böylece geldim ve kendimi dereye zor attım. Kurtulmuştum. Ertesi gün, köyden aldığım yiyecekleri arkadaşlarım getirdim.

Günler ve aylarca ateş hattından kaldık. Tahminen 9 ay sonra bir akşam, düşman karanlıkla birlikte birkaç bomba salladı. Manga arkadaşım Osman ile birlikte sürünerek ilk düşman siperine yaklaştık. Önümüzde bir tel örgü var. Gecenin karanlığında ellerimle yokladım, üzerinde dinamitler sıralanmış. Tel örgüye ip bağladık ve uzaklaştık. İpi çekmek suretiyle dinamitleri patlattık. İlk siperden biraz sonra içeriye girdik. Yaylı borular ve otomatik silâhlar olduğu gibi duruyordu. İkinci siperde bir mitralyöz bulduk. 3 ve 4. siperleri de aştık. İngilizler kaçmıştı. 10 gün sonra da Fransızların Seddülbahir’den yüz geri ettikleri haber aldık.”

Ali Kılıç bunları anlattık sonra, “Ya.. işte böyle. Şimdi de gördüğüm gibi ihtiyarladık.” dedi.

Bigalı Köyü

Bigalı (Yeni adıyla Çamyayla) köyünden de, Gazi Mustafa Kemal’i evinde 10 gün misafir eden, ona hizmette bulunan, 78 yaşında bir Lütfüye Bacı vardı.

O günlerin heyecanını yaşamış olan Lütfüye Bacı (Kanyılmaz), kocan öldükten sonra evine hiç dokunmamış. “Gazi’nin evi bu.” diyor. Hakikaten odaya girdiğimiz zaman içiniz bir tuhaf oluyor. Sanki o, karşındaymış gibi irkiliyor insan.

Atatürk Kurmay Başkanı (Eski Kolordu Komutanlarından) İzzettin Çalışlar ile Maydos’a geldikten birkaç gün sonra Bigalı köyüne de uğramış. Lütfü’ye Bacı’nın o zaman muhtar olan kocası Hüseyin Kanyılmaz, derhal evini Gazi’ye açmış. Lütfüye Bacı da kendisine hizmet etmek fırsatını bulmuş böylece.

O günün heyecanıyla dolu olan Lütfüye Bacı’nın unutamadığı, içine attığı bir dedi vardı. Söylemeden edemedi:

“O zamanlar kaç-göç vardı. Erkeklerden kaçar, saklanırdık. Şimdiki zaman olsa kaçar mıydım hiç ondan.”

Hakikaten Lütfüye Bacı bu bakımdan dertliydi. Bir kere, o da kapı aralığından görmüş, Gazi’yi. Ve son sözü şöyle bağlıyor:

“Ne de olsa mutluyum. Hiç olmazsa bir kere görebildim Gazi’yi.”

Sayıları gün geçtikçe azalan bu “Canlı Tarih” lerle konuşurken insan, o günlerin heyecanını onlarla beraber yaşıyor, duyuyor. Hayatta kalanlar, omuz omuza çarpıştıkları o günkü silah arkadaşlarını rahmetle anıyor ve son sözlerini söylüyorlar:

“Hey gidi günler hey! Beraber çok çakmak çakmıştık.”[1]


[1] Cumhuriyet Gazetesi, 16 Kasım 1967, s.5.

Ayrıca Kontrol Et

ÇANAKKALE MERKEZ HASTANESİ’NİN BOMBALANMASI

Yayına Hazırlayan: Ömer GÖN Her savaşta olduğu gibi cephede bir tarafın öldürmeye çalışması ve cephe …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.