Anafartalar, Arıburnu, Kanlısırt, Kabatepe, Conkbayırı, Seddülbahir kısacası Çanakkale’nin Gelibolu Yarımadası’nda “Çakmak Çakan” gazilerin hepsi hala o günlerin heyecanını yaşıyor. Eski anılarını anlatırken gözleri yaşarıyor.
Çanakkale Savaşları’nın geçtiği bölgedeki köyleri dolaşıyorum ilkin. Küçük Anafarta, Büyük Anafarta, Kocadere, Bigalı, Yalova… Bunların hepsi tarihe mâl olmuş köy isimleri ve bu köylerde hayatta olan gaziler var.
Pazarlı, Gelibolu’nun 200 nüfuslu ufak bir köyü. 70 yaşında (1313) lü Hacı İsmail Coşkun ile gene 70’lik Hüseyin Dalyan var burada.
Gazi Hacı İsmail Coşkun, kısa süre bulunduğu Çanakkale Savaşları’ndan sonra Şark Cephesine gitmiş. Gazi’nin Samsun’a ayak bastığı gün Samsundaymış. Samsun’da görmüş ilk kez Gazi’yi.
“Ben, Seddülbahir’deydim o sıralarda. Düşmanı burada durdurmaya çalıştık. Yahya Çavuş bizim ilerimizdeydi. O mangasıyla birlikte şehit oldu, biz kurtulduk” diyor.
Hüseyin Dalyan’a gelince… 1332 de silahaltına almışlar. Çanakkale’den sonra diğer cephelere koşmuş. Sonunda İstiklal madalyası vermişler.
Hüseyin Dalyan, savaş anılarını anlattıktan sonra bir ara durdu, sonra üzgün bir tonla devam etti:
“1339’da terhis olduktan sonra köyüme geldim. Bana verilen madalyayı sandığın bir köşesine iyice yerleştirdim. Savaştan bana kalan en değerli hatıra o idi çünkü. Bir gün, hangi bayramdı bilmiyorum. Takayım şu madalyayı dedim. Fakat ne kadar aradımsa bulamadım. Tekrar alabilmek için şubeye başvurdum. Künye, kayıt derken bir şey istediler benden, fazla üzerinde durmadım.”
120 haneli Ilgardere Köyü de Gelibolu’ya bağlı. Burada 4 gazi varmış. İki Gazi hayata gözlerini kapamış. Hüseyin Karakaş ile Mustafa Zebek hayattaydı yalnızca. Sonradan öğrendim, Karakaş da göçüp gitmiş aramazdan.
1301 doğumlu (82 yaşında) Hüseyin Karakaş, ilk kurşunu Çimentepe’de sıkmış. Ondan sonra da cepheden cepheye koşmuş.
Bombacı bölüğü çavuşu olan Karakaş bir ara Cevat Paşa’nın emrine bulunmuş ve Karpatlardan Arabistan’a geçmiş. İlk yarayı da Arabistan bölgesindeki Riyad’da almış.
82 yaşında canlı tarihle konuşmaya başlıyorum; “Ben gazeteciyim baba. Seninle konuşmaya, derdini dinlemeye geldim” deyince bir sevindi ki gözleri ışıl ışıl; “Hoş geldin evlat, otur bakalım da konuşalım” diye başladı anlatmaya.
-Çimentepe’de ilk kurşunu sıktıktan sonra bulunduğumuz yer ana baba gününe döndü. Bir toz duman kapladı ortalığı. Barut kokusu sardı her yanımızı. Kum gibi kaynayan düşman üzerimize geliyor. Biz boyuna bomba sallıyorduk. İlk gün bu hengâme içinde kapandı. İkinci ve üçüncü günler de böyle geçti. Sonra birbirimizi kaybettik. Ben bu cephede yara almadım. Ancak Riyad’a gittikten sonra sol tarafımdaki kaba etimden bir kurşun yarası aldım. Bu kurşun hala durur kabamda. O günlerin hatırası olarak saklıyorum.
Kapısının önündeki taşlıkla yaptığımız bu konuşma devam ediyor. Önündeki kavundan bir dilim alan Karakaş, birden hatırlamış gibi soru verdi:
-Sen bilirsin, söyle. Bize maaş bağlayacaklar mı oğul?
Önce cevaplayamadım bu soruyu. Ancak, kaçamak bir cevapla yetindim.
-Elbet baba. Gazilere maaş bağlanması için hükümet uğraşıyor. Yakında maaş bağlarlar, dedim.
Gözleri ışıl ışıl oldu bu cevabım karşısında. 3 aydır hasta olan ve zaman zaman yatağa düşen Karakaş’ın son günleri hiç de iyi değilmiş. Gelini söyledi bunu. Fakat Karakaş hastalığını hiç mi hiç kabul etmiyordu. “Hasta filan değilim çok şükür. Hiçbir yerim de ağrımıyor. Allah’ın büyük lütfu bu. Çektiğim sıkıntıların bir mükâfatı. Allah’a çok şükür. Bir de maaş bağlasalar, hiç üzüntüm kalmayacak diyordu.
Bir ara fotoğraf çekmek istediğimi söyledim kendisine. “Olur gazeteci bey” dedi. Ancak başında bir takke vardı, köylü işi. İlave etti:
-Dur biraz hele. Şu başımdaki takkeyi çıkarayım. Atatürk takke giymeyi yasakladı. Ben takke ile resim çektirirsem milletime hakaret olur.”
Bu konuşmadan 15 gün sonra Karakaş’ın da aramızdan ayrıldığını, rahmetlik olduğunu söylediler. Canlı tarihler bir bir göçüyordu.
Yazan: Ahmet ÖZKAN[1]
[1] Cumhuriyet Gazetesi, 15 Kasım 1967, s.5.