Hazırlayan: Göktuğ KÜÇÜKÇOBAN
-Büyük Harpte, Üçüncü Kolordu Kumandanlığıyla Çanakkale’de bulunuyordum. Kolordum, üç fırkadan oluşuyordu. Bu fırkalardan biri de tarihi On Dokuzuncu Fırka idi; Atatürk’ün fırkası… Hayatımın son yıllarında duyduğum en büyük zevk, memleketi kurtaran o harikulâde şahsiyetle bir zaman silah arkadaşlığı etmiş olmamdır. Çanakkale Harbi’nden çok daha evvel 1316-1317 (1900-1901) seneleri içinde ben Harbiye Mektebi’nin ders nazırı idim. Atatürk de erkân-ı harbiye sınıflarında okuyan genç bir öğrenci idi.
Vazifemin Atatürk’ü yetiştiren bir ocakta; onun yetişmekte olduğu günlerde rastlaması da benim için ayrı bir şeref değil midir?
Hiç unutmam: Bir gün karargâhtaki yatağımda uyuyordum. Yanıbaşımdaki telefon acı acı çalındı. Hemen uyanıp mikrofona uzandım. Telefon eden, Atatürk’ün kendisi idi. Yani, o günlerde 19’uncu Fırka Kumandanı olan Kaymakam Mustafa Kemal. Bana verdiği haber şu idi:
-Düşman, Seddülbahir ve Arıburnu’nda karaya çıktı. Fırkamla birlikte düşmanla karşılaşmak üzere Arıburnu istikametine hareket ediyorum!
Sesinde en ufak bir heyecan yoktu. Atatürk o günlerde, bütün bir milletin mukadderatını omuzları üstünde taşımaya hazırlanmış gibi idi.
Atatürk, Conkbayırı sırtlarında, o zamanki düşmanlara öyle bir ders verdi ki, dünya harp tarihleri, bu sefere tahsis ettikleri sayfalarda Türklere büyük bir şeref payı ayırmayı mecbur oldular. Mustafa Kemal’in kurtarıcılık hareketleri, bu tarihten başlar.
O günlerde İstanbul çok nazik günler yaşıyordu. Padişahı ve emanetleri Anadolu’ya kaçırmak için hazırlıklar yapılmakta idi. Karaya çıkan düşmanın, deniz ve hava kuvvetlerinin yardımıyla daracık Gelibolu Yarımadası’nı nasıl olsa aşacağına, İstanbul’daki en yüksek askeri makamların da şüphesi kalmamıştı.
Atatürk’ün çetin müdafaası ve sonra düşman üzerine, baskın şeklinde yaptığı büyük taarruz, istilâcı kuvvetler için çok şaşırtıcı ve hele hiç umulmadık bir hareket oldu. Çanakkale’de her Mehmetçik hakkında destan yazılacak bir kahramandı.
Size bir küçük vaka anlatayım: Ben Kemalyerindeyim. Dürbünle düşmanı tarassut etmekle meşgulüm. Avcı hatlarımızın önünde bir obüs patladı. Yirmiden fazla neferimizin kemikleri parçalanarak, havaya uçtuklarını gözlerimle gördüm. Fakat yine o gözlerle ben, bir şey daha gördüm; siperden sağ kalan Mehmetçikler, sanki yanıbaşlarında paramparça olanlar, birer oyuncakmış gibi, hiç istiflerini bozmadan hatta gözlerini bile kırpmaksızın ateşe devam ediyorlardı.
Bir gün gene, Kanlısırt’ın ilerisine bir obüs düşmüştü. Hatlarımız önünde büyük bir delik açıldı. Bize çok yakın olan düşman, lâğım patlatarak, açılan delik içinden Mehmetçiklere saldırmak istedi. Fakat bizimkiler, o kadar tetik davrandılar, o kadar ani bir saldırış yaptılar ki, düşman kendi kazdığı çukurun içinde yere serildi. Hücuma kalkanlardan tek kişi sağ kalmamacasına süngülendiler.
General Esat, bana Çanakkale’nin canlı hatıralarını da gösteriyor:
-İşte bakınız, bu yer Gelibolu Yarımadası! Üzerinde kurşun kalemle yazılmış yazıyı okur musunuz?
Yazıyı okuyorum:
“Bu hatıranın kolordumuz namına muhterem Kolordu Kumandanımız Esat Paşa Hazretlerine takdimi ensebtir.”
M. Kemal
General Esat, ilave ediyor:
-Gördüğünüz harita, bizim erkân-ı harbiyenin gayet mahrem hazırladığı Gelibolu haritasıdır. İngilizler, her nasılsa bunun suretini elde etmişler ve gayet mükemmel şekilde bastırarak, bütün zabitlere dağıtmışlardı.
General’in bugün her biri manevî birer hazine değerinde olan hatıraları arasında gene kurşun kalemle yazılmış bir kağıt gözüme ilişti. Bu kâğıt, Atatürk’ün 19’uncu Fırkanın başında Arıburnu’nda taarruza geçen düşmana karşı hareket ettiği saat ve dakikada yazılmış bir vesikaydı ve altında Atatürk’ün kıymetli imzasını taşıyordu.
General’in müsaadesini alarak aynen yazıyorum:
Merkezde Topçu Mevkiinden
17-2-1931 (30 Nisan 1915)
Saat ve Dakika: 4.30
Üçüncü Kolordu Kumandanlığına
Vaziyeti muharebede bir tebeddül yoktur. Yarın icrasını tasavvur eylediğim taarruz için nezdime celbeylediğim birlik cüzütam (birlik) kumandanlarına ihzarata müteallik verdiğim talimatı şifahiye hulâsası leffen takdim kılınmıştır.
Maksadım evvelâ düşmanın merkezinde en kuvvetli ve müstahkem olan noktayı sukut ettirmektir. Buna muvaffak olduktan sonra, heyeti umumiye ile düşman üzerine atılıp denize dökmeyi muvafık görüyorum.
19’uncu Fırka Kumandanı
Kaymakam M. Kemal
General Esat, Çanakkale’nin meşhur “Kemalyeri” nin bu adı nasıl aldığını da bana anlattı:
Atatürk’ün, kendine has bir görüşü vardır. Bu görüş, harpte ve barışta, harici ve dahili bütün işlerde onu başkalarından ayıran hususiyetlerinden birini teşkil eder.
Kemalyeri’ni, seçen de gene kendisidir. Burası, gerek bizim cepheyi, gerek düşman cephesini tamamıyla göz önünde bulundurabilecek bir vaziyette idi. Atatürk, harekâtı buradan idare ettiği için, Çanakkale harp tarihinde Kemalyeri’nin şanlı bir mevkii vardır. Buraya Kemalyeri adını o tarihte kolordunun erkân-ı harp reisi Fahri Bey vermişti.
Salahaddin GÜNGÖR[1]
[1] Tan Gazetesi, 8 Ocak 1937, s.7.