Tarih biliminin çocuklara yönelik aktarımının nasıl olması gerektiğine dair özellikle pedagojik açıdan ve diğer sosyal bilimler açısından çeşitli çalışmalar yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Ancak tarih gibi soyut bir kavram üzerine yükselirken bu konu, soyut kavram algısının en yüksek olduğu çocukluk evresinde çok daha önem arz eden, hassas bir çizgide süregitmesi beklenen bir hâl alıyor. Açıkça söylemek gerekirse, ne yazık ki ülkemizde tarih ve çocuk konusunda belirli bir uzmanlık alanı halen oluşturulabilmiş değil. Birkaç akademisyenin önemli çalışmaları bir tarafa bırakılırsa özellikle uygulamaya yönelik ilkeleri belirleyecek bir çalışma henüz yok. Bu konuda, süreli olarak yayın hayatına devam eden Tarih ve Çocuk Dergisi Parimpar’ın hazırlanırken pedagog, tarihçi, öğretmen ve çeşitli branşlarda uzmanlardan oluşan komisyonun çalışmaları sonrasında ortaya çıkan ürünler, dikkati çeken az sayıda örneklerden birini oluşturuyor.
Askerî tarih ve çocuk konusu ise çok daha hassas olunması gereken bir alan olarak karşımızda. Milli değerlerin aktarılması açısından oldukça önemli ve gerekli olduğu görülmekle birlikte soyut kavramların somutlaştırılmasında izlenecek ilkeler, bir o kadar titizlikle ele alınmalı. Çeşitli branşların uzmanlık alanı ile ve el birliği ile gerçekleştirilmeli. Bir defa yetişkin gözü ile mi bakılacak, çocuk gözüyle mi bakılacak sorunsalı, düşünülmesi gereken en önemli etkenlerden birisi olarak karşımızda. Ya da ne kadar çocuk, ne kadar yetişkin gözü ile bakılacak…Hangi milli değerler verilirken hangi evrensel değerler aktarılacak.. Tarihi olay olduğu gibi mi, yoksa bugünkü değerlerle mi aktarılacak… Bir yığın soru…
Soyut kavrama yetenekleri çok daha ağır bastığı için hikâyesel tarih metodu kullanılarak çocuklarımıza yönelik yayınlar yapılmaya devam ediyor. Bu metodu kullanarak, iyi niyetle de yapıldığı anlaşılan, “Çanakkale’de Çocuklar da Savaştı” isimli esere değinmek istiyorum. Sevinç Koçak ve Salim Koçak çifti tarafından hazırlanan ve Çanakkale Savaşları’nı konu alan eser, Üsküdar Belediyesi’nin Kültür Hizmeti Programı kapsamında “18 Mart 1915 Çanakkale Zaferinin Anısına” etiketi ile kamuoyu ile paylaşılmıştır. Eserin başlığının “Çanakkale’de Çocuklar da Savaştı” yargısı ile başlaması, bu yargının doğruluğu konusunda şüphesiz bir ön kabul olduğunu göstermektedir. Nitekim bu ön kabulün, içerikteki anlatımda da bizzat çocuklar kullanılarak, yine çocuklar yanlışa sevk edilmektedir.
Eseri yayınlama sorumluluğunu alan Üsküdar Belediye Başkanı Mehmet Çakır da kamuoyuna takdim yazısında, başlıkta olduğu gibi Çanakkale’de çocukların kahramanca savaştığını ve zaferin gelişinde çocukların da pay sahibi olduğu gibi asılsız bir iddiayı “çocuk yaştaki kahramanların gözleri yaşartan hikâyelerini sizlerle paylaşma gayreti” sözleri ile öne sürmüştür. Bu söylem birlikteliği, Koçak çiftinin eserinin Belediye Başkanını da yanlış yönlendirdiği izlenimini uyandırmaktadır. Zira Çanakkale Savaşları’nda çocukların savaşmadığı gerçeği, biraz araştırma yapılarak görülebilecek iken “Çocuklar da Savaştı” ön kabulü sübjektif bir yaklaşım olarak su yüzüne çıkmaktadır.
Eserin ana iskeleti incelendiğinde on beş yaşındaki Sinan’ın, on üç veya on dört yaşlarındaki Yusuf’un ve Hasan’ın, on iki yaşındaki İsa’nın, on yaşındaki Murat’ın, kardeşi Emre’nin ve ekibe daha sonra katılan Ayşe isimli bir kız ile altı erkeğin; toplam yedi çocuğun Çanakkale Cephesi’nde iken hikâyeleri ele alınmaktadır. Hasan bir süre sonra şehit düşerek Türk askerleri ile birlikte defnedilmektedir. Hikâyeyi okuyacak yaş grubundaki çocukları etkisi altına alacak şekilde “yaşın önemi yok, önemli olan savaşmak” cümlesi kullanılmaktadır ki; eserin kendisinin hangi yaş aralığına hitap ettiğinin bilinmediği gibi, hangi yaş aralığındaki çocukların da savaşacağının önemli olmadığı ifade edilmektedir. Zira kitabın hiçbir yerinde yaş aralığı uyarısı da yer almamaktadır.
Olay örgüsünde Ayşe sargı yerinde hemşire olarak çalışmakta ve yaralı Türk askerlerini iyileştirmektedir. Yer yer kendi arkadaşlarını da tedavi etmektedir. Çocukların tümü askeri üniforma giyerken yine tümü silah kullanmakta; eserde silah kullanımını teşvik eden “Reis” isimli karakterlerden de bolca bahsedilmektedir. Reis ile Sinan’ın bir konuşmasında, Sinan’ın silahının bir kuşu dahi öldüremeyeceği ve bunun için yeni bir silahın Reis tarafından hediye edilişi görsel destekle aktarılmaktadır. Çocuklar, Mustafa Kemal (ATATÜRK) ve Yahya Çavuş gibi Çanakkale kahramanları ile birlikte düşmana karşı taarruza kalkmakta; kendilerinden üç misli büyük atlara binip dörtnala düşmana karşı savaşmaya giderken çizilen görseller sayfalara renk katmaktadır. Ancak Çanakkale Cephesi’nde süvari birliklerinin muharip olmadığı dikkate alınmamaktadır. Örneğin Sinan ateşkes esnasında defin işlemleri gerçekleştirmektedir. Avustralya Anzakları gibi tabirler kullanılarak yabancı askerler ile çocukların kurdukları etkileşim aktarılmaktadır. “Gebertmek”, “pisipisine ölmek”, “gâvur”, “pis köpekler”, “Çanakkale dağları gebe kalmıştı”, “Türk doğurmaya devam ediyordu” ve daha birçok ifade, eserin yayına hazırlanışı esnasındaki titizliği (!) gözler önüne sermektedir. Bu tariflere ek olarak “Kadının başı açıktı. Belli ki bunlar Rumlar ya da Ermeni idi” gibi ifadelere de sıklıkla rastlanmaktadır. Bunlar arasında 267 düşman askerinden oluştuğu belirtilen Norfolk Alayı’nın ve 22 kişilik Yeni Zelanda Sahra Birliği’nin çocukların gözleri önünde kara bir bulutun çökmesi ile kaybolduğu (!) anlatılmaktadır. Türklerin bu mucizeyi çözemediği; Allah’ın eliyle Türklere yardım edildiği çocukların ağzından, yine çocuklara anlatılmıştır.
Sonuç kısmına yaklaşıldığında ise bir aşk hikâyesi ile karşılaşılmaktadır. Sinan ve Ayşe’nin Çanakkale Cephesi’ndeki aşk hikâyesinin anlatıldığı bölüm, Ayşe’nin düşman askerlerine esir düşmesi ve onlardan kurtuluşu ile başlayan bu serüvenle ve mutlu son ile bitmiştir…
Eserin tamamı incelendiğinde karşılaşılan sorunları görmek bakımından bu sorunların tümünü sıralamak ve sıralanan başlıkları detaylandırmak ayrı bir iş. Belki de bu eser, bu işin nasıl yapılamamasına faydalı bir örnek olabilecek kıymetli materyal olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda ilk olarak çalışmanın ortaya çıkması için sponsor olan resmî bir kurumun, kendisine sunulan eseri, mutlaka ilgili uzman görüşlerini alarak ve bunu eserinde de belirterek bir yaklaşım sergilemesi beklenirdi. Pedagoglardan ve akademisyenlerden oluşan bir danışmanlık mekanizmasının kurulması, yukarıda örnekleri verilen sorunlarla karşılaşılmadan ve en önemlisi gerçek bilgiler odağından ayrılmadan çocuklara ulaşılmasını sağlayabilirdi. Nitekim gelecek neslin tarih bilincinin oluşturulmasında ve bu denli önemli bir konunun anlatımında titiz davranış sergilenmesinin uygun olacağı aşikârdır. Konuyla doğrudan ilgili danışma kurulu olmayan Çanakkale Savaşı anlatımlarında bu sorunlarla ne yazık ki sıklıkla karşılaşılmaktadır.
İyi niyetlerle yola çıkıp bilmeyerek hata yapanlarla ilgili bir atasözümüz var: Kaş Yaparken Göz Çıkarmak. Peki, bilme sorumluluğu olanlarla ilgili ne demeli?