
Yayına Hazırlayan: Göktuğ KÜÇÜKÇOBAN
ÇANAKKALE
“Türkler Büyük Bir Civanmerlik Gösterdiler…”
Bunu gün defterime şu yolla kaydetmiştim:
Biz, Queen Elizabeth’te bulunanlar, yarın siperinden çıkar çıkmaz derhal süpürüleceklerini zannettik; zira gemilerden yapılan ateşe rağmen, akıncılardan biri yerinden kımıldanır kımıldanmaz, o şeytani makineli tüfekler derhal harekete geçiyordu. Bu vaziyet karşısında muhriplerin himayesi altında sandallarımız, sahili tarayan makineli tüfek ateşini hiç sayarak sahile gidip yaralılarını getirdiler. Bu bahadırane tahlis ameliyesine bir saat kadar şahit olduk. Türkler büyük bir civanmerlik gösterdiler, yaralıların sedyelerle nakledildiklerini görünce yaralılar sandala bindirilinceye kadar ateş kesiyorlardı. Küçük bir çatana tarafından çekilen muhribin filikası ilk önce hareket etti. Sonra küçük bir sandal gemiye dönmek üzere kalktı. Filika yolda ehemmiyetli bir surette delinmiş olacak ki gittikçe alçaldığını, efradın da gemiye gidinceye kadar çamçakla su attıklarını gördük.
Bütün müfreze geri getirildi. Bunun üzerine uzun bir durgunluk oldu. Anlaşılan akıncılara kumanda eden zabit, maiyetindeki efradı nasıl kurtaracağını düşünüyordu. Nihayet bunları topların ıskata muvaffak olamadıkları makineli tüfeklerin ateşi altında Anzac Sahili’ne kadar yürütmektense sandalla gemiye getirmesinin daha hafif zayiatla mümkün olabileceğine akıl kesmiş olacak ki sandal gönderilmesi için işaret verdi. Her biri iki filika çeken iki motorbot şiddetli makineli tüfek ateşi altında sahile hareket etti ve bütün müfrezeyi geri getirdi. Biz uzaktan bakanlar, bütün zayiatın altı piyade neferi ile bir bahriye neferinin maktul düşmesinden ve on sekiz piyade ile iki bahriyelinin yaralanmasından ibaret olduğunu işitince zor inandık.
Alman tahtelbahirlerinin Türk sularına gelmesi ve İngiliz-İtalyan bahri mukavelesi dolayısıyla Queen Elizabeth’le en iyi dört eski zırhlımızın ve dört kruvazörün geri dönmeleri hakkında Bahriye Nezareti’nden alınan 13 Mayıs 1915 tarihli telgrafı bahri taarruzun tekrarı fikrinden tamamıyla sarf-ı nazar edilmesi demekti. Bu suretle donanmanın muavenetinden hemen de tamamen mahrum kalacak ordunun boğuşmak vaziyetinde kalacağı düşüncesi herkeste şiddetli bir telaş ve meyusiyet uyandırdı.
O gece gün defterime şu satırları yazdım:
Queen Elizabeth’te son gecemiz, gemiden ayrıldığımız için son derece meyus ve müteessiriz. Sabahleyin Lord Nelson’a geçeceğiz. O gün, sabahın saat ikisinde Goliath’ın batması ve beş yüz kişinin ölümü ile başladı ve hayatımda geçirdiğim en uzun gün oldu. Yorgunluktan bir leş haline geldim. Oldukça da ümitsizdim. (Büsbütün ümitsizim diyemem, çünkü sonunda muvaffak olacağımızdan eminim.) Yalnız şimdilik talihimiz adam akıllı döndü. Amirali ve Bahriye Nezareti’ni ikna edip tasavvur ettiğim büyük hareketi yaptırmak hususundaki kuvvetli ümitte artık suya düşmüştü.
Churchill’in Müzahereti:
“İmanım var. Kalbim de kuvvetli. Filvaki taliin pek fena sillelerine uğradığımız için bunların her ikisi de lazım. Amiral bu sabah gayet hoş bir telgraf aldı. Bu telgraftan dolayı Winston Churchill’e nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Bizimle bu derece alakadar olması ve içimizi bu kadar iyi görmesi cidden güzel. Harekata başlamak hususunda gösterdiği isticalin şimdi bize pahalıya mâl olduğunu söyleyerek kendisine tarizde bulunulduğunu zannediyorum.”
Fakat eğer o hükümeti bu işe sürüklememiş olsaydı, bu teşebbüs kimsenin aklına gelmeyecekti. Halbuki şurası da muhakkaktır ki harbi bitirmek hususunda hiçbir şey, gayrikabili içtinap gördüğüm nihaî muvaffakiyetimiz kadar müessir olmayacaktır. Şayet 25 Şubat’ta elimizde bir ordu mevcut olsaydı, şimdi her şey olup bitmiş bulunacaktı.
Ertesi gün Bahriye Nezareti’nden bir telgraf geldi ve korktuğum en fena şeylerin hepsini teyit etti. Boğazları zorlamak maksadıyla müstakil ve bahri teşebbüs yapılmasına müsaade edilmiyordu. Onun için işe yeniden başlamak, bizim de rolümüzü oynamamıza müsaade edileceği günün bir an evvel hulûlüne dua etmek ve bu esnada da ordunun noksan ve ihtiyaçlarını ikmal etmekten başka yapılacak bir şey kalmamıştı.[1]
Beş Tahtelbahirden Yalnız Biri Boğazı Geçebiliyor!
Amiral Guepratte 30 Nisan’da Fransızların “Joule” tahtelbahirinin Boğaz’ı geçmeye teşebbüs edeceğini Amirale bildirmişti. Tahtelbahir süvarisi bizim tahtelbahirimizle teşriki hareket etmek ve onlarla her gece telsizle muhabere etmek için alıkonulan bir İngiliz muhribi temasını temin etmek hususunda talimat almak üzere bana müracaat edecekti.
Birçok bahriyeli yetiştirmiş mümtaz bir ruayyalist Fransız ailesine mensup olan genç süvarinin şevk ve gayreti pek hoşuma gitti. Kendisine muvaffakiyet temenni ettim. Fakat ne yazık ki “Joule” tahtelbahiri birkaç saat sonra Kefez[2] torpil tarlasında kayboldu.
İkisi Fransız, üçü İngiliz olmak üzere beş tahtelbahir Marmara’ya geçmeye teşebbüs etmişti. Bunlardan yalnız Kaymakam[3] E.C. Boyle’in kumandası altında bulunan E-14 tahtelbahiri batmaktan kurtuldu. E-14 tahtelbahirini merakla bekliyorduk. Nihayet tahtelbahir yüz yirmi bir günlük bir seferden sonra Boğaz’ın methalinde göründü. Tahtelbahiri ilk selamlayan bir Fransız zırhlısı oldu. Geminin tayfası tahtelbahiri “Hurra” avazeleri ile karşıladılar. Tahtelbahir derhal İmroz’da bulunan Lord Nelson zırhlısına gitti. Orada E-11 tahtelbarihinin Kumandanı Kaymakam Nasmith, Boyle’den havadis bekliyordu. İki tahtelbahir süvarisi o akşam Amiralle birlikte yemek yediler.

Boyle’in sade bir lisanla anlattığı menkıbe bizi heyecan içinde bıraktı. O zaman eğer hepimiz yapacağımız işi, bu iki cesur tahtelbahircinin zihniyeti ve haleti ruhiyesiyle karşılamış olsaydık Marmara’nın bize kapalı kalmayacağına kuvvetle iman ettim.
Boyle, tahtelbahirinin Boğazlar’dan da denizin sathında geçtiğini ve Sovandere’de[4] bir projektör tarafından görülünce dalmaya mecbur olduğunu söyledi. Tahtelbahir Kefez torpil tarlasının 90 kadem altından geçmiş ve nihayet Kilidilbahre[5] bir mil kadar yaklaştığına ve ortalığın kâfi derecede aydınlandığına hükmedince top ateşine ve torpil tehlikesine ehemmiyet vermeyerek periskop aynası ianesiyle Boğaz’ı geçmek üzere 22 kadem irtifaa yükselmiştir. Çanakkale’den açılınca Boyle, bir torpido gambotuna ateş açmıştı. Boyle o sırada periskobu bir seferde ancak birkaç saniye denizin sathında tutabildiğini, fakat dibe daldığı sırada bir su sütununun gambot direği irtifaına kadar yükseldiğini gördüğünü, onun için gambotu batırdığına hükmettiğini söyledi. (Filhakika bu hükmü bilahare teeyyüt etti.)
Bütün Mürettebatı ile Batan Nakliye Gemisi
Süvari, Nara Burnu’nu dolaştıktan sonra vaziyetini tespit edebilmek üzere ara sıra periskop irtifaına yükselerek 90 kadem aşağıdan yoluna devam etmiş, bu suretle Sovandere’de battığı andan itibaren altı saat sonra Gelibolu’ya gelmişti. Orada bulunan birkaç küçük gemi ısrarla E-14 tahtelbahirini arıyorlarmış. Onun için tahtelbahir bataryalarını doldurmak üzere suyun sathına çıkmakta çok müşkülat çekmiş.

Tahtelbahirin sekiz torpilinden biri bozulup ateş edilememiş. Diğer bir torpilin bir nakliye gemisine çarptığı halde patlamadığı görülmüş. İki torpil de hedefe isabet etmemiş. Diğer dört torpile gelince Boyle bunlarla iki gambot, iki de nakliye gemisi vurmuş.
İkinci nakliye gemisi, Marmara’da gördüğü gemilerin hepsinden lâakal bir misli daha büyük ve iki bacalı bir vapur imiş; süvari bu gemide 2.000 kadar asker bulunduğunu tahmin ediyordu; torpil gemiye çarptığı zaman korkunç bir infilak olmuş ve süvari birçok insanların ve tahta ve demir parçalarının denize uçtuğunu görmüş. Bu dört sefinenin de battığı ve büyük geminin White Star Kumpanyası’nın eski bir vapuru olduğunu ve içinde bir top bataryası ile 6.000 asker bulunduğunu ve bunlardan tek birinin bile kurtulamadığını şimdi biliyoruz. O nazik zamanda 6.000 kişinin zıyaından zarf-ı nazar, böyle toptan verdirilen telefatın ahvali maneviye üzerinde ne müthiş bir tesir yapacağı aşikardır.
Mayın Tehlikesi Karşısında
Kanaatime göre Boyle’in muvaffakiyetini, mayın tehlikesine kemali cesaretle göğüs germesine ve Saphir ve E-15 tahtelbahirlerinin batmasına sebep olan aldatıcı akıntılar arasında yolunu bulabilmek için sık sık periskop irtifaına çıkmış olmasına borçlu idi.
Nasmith, yemekten sonra Boyle’in tecrübeleri ve kendi şahsi mesleki iktidar ve ehliyeti ve canlı muhayyilesi ile mücehhez olarak hareket etti. On altı saat sonra tahtelbahir Marmara Denizi’nin dibinde yatıyordu. Bunu takip eden 23 gün zarfında bu tahtelbahir Türkleri epey korkuttu. O gece Boyle’e Viktorya nişanı verildiğini ve maiyetindeki zabitan ve efrada da nişanlar tevzi edildiğini işittik.
U-21 Alman tahtelbahiri bize bir hayli eziyet vere dursun, bizim E-11 tahtelbahirinin Marmara Denizi’nde Türkleri epey düşündürdüğüne dair Kaymakam Nasmith’ten haberler alıyordu. Nasmith 7 Haziran 1915’te çıka geldiği zaman, Kaymakam E.C. Boyle’i E-14’le harekete mühey buldu. İki süvari o akşam yine Amiralin sofrasında buluştular. Nasmith bize macerasını anlattı. Bu seferden kendisi de son derece zevkiyap olmuştu; onun için ikinci bir sefer için adeta can atıyordu.[6]
Patlamayan Torpili, Yüzerek Tekrar Tahtelbahire Getirmiş…
Tahtelbahir süvarisi, Çanakkale’den geçtikten sonra bir zırhlı gördüğünü söyledi. Zırhlı yanındaki müteaddit torpidolar periskopu üzerine ateş açmış, sonra şimale[7] doğru kaçmıştı. E-14 yukarı doğru yoluna devam ederken mayen ve sair suretle hiçbir maniaya tesadüf etmemiş, bu suretle Ahibaba açıklarında battığından takriben altı saat sonra Gelibolu’dan geçmişti.
Chicagolu Gazeteci:
Nasmith telsizine arız olan bir bozukluktan dolayı dört gün kadar bizimle haberleşememişti. Bu müddet zarfında kendisini çok merak ettik. Mamafih 23 Mayıs gecesi, İstanbul açıklarında demir üstünde yatan bir gambotu batırdığını bildirdi. Gambot batarken tahtelbahire ateş açıp dürbününün tepesini kırmıştı. Ertesi gün denizin yüzünde bir vapur kovalamış ve tüfek ateşiyle vapuru geri döndürmüştü. Vapurda 60 kadar asker varmış. Bunların hepsi de tahlisiye yeleği giyiyorlarmış. Gemide büyük bir kargaşalık baş göstermiş; vapur yoluna devam ederken iki sandal indirip gemiyi tahliyeye başlamışlar. Bu sırada vakayı soğuk kanlılıkla karşılayan bir Amerikalı, vapurun güvertesinden aşağı doğru sarkmış ve kendini Chicago Sun Gazetesi Mr. Silaa Q. Swing diye takdim ettikten sonra Nasmith’e:
-Sizinle görüştüğüme çok memnun oldum! Demiş.
Bunun üzerine Nasmith’in nezareti altında ve gemide kalan iki üç Türk’ün yardımı ile Mr. Swing güvertede kalan son sandalı indirmiş. Denizdeki insanları birer birer toplamaya başlamışlar.
Bir Mehtap Manevrası
Nasmith tahtelbahiri vapura yanaştırmış, içinde bir altı pusluk top, altı pusluk mermiler ve birçok top malzemesi bulunduğu için vapuru bomba ile batırmış. Gemi müthiş bir infilak ile berhava olmuş ve mühimmat dolu olduğu bu suretle anlaşılmış. Mr. Swing’in bu hususta Chicago Sun Gazetesi’ne yazdığı şeyleri okumak herhalde çok hoş olacaktır.
Ertesi gün Nasmith kimseye gözükmeden dalıp İstanbul’a gitmiş ve Tophane rıhtımında bir gemiye bir torpil atmış. Fakat jiroskop aletindeki bir bozukluktan dolayı torpil bir daire resim ederek gitmiş. Az kalsın tahtelbahire çarpacakmış. Bunun üzerine bir torpil daha atmış, iki şiddetli infilak birden olmuş. Bu sureyle ilk torpilin de bir şeye çarptığı anlaşılmış. Tahtelbahir, Boğaz’dan gelen akıntıya kapıldığı için süvari attığı torpidoların ne tesir yaptığını görememiş. Tahtelbahirin attığı ikinci torpilin Gelibolu’ya hareket etmek üzere bulunan asker yüklü İstanbul Vapuru’nda büyük bir rahne açtığı bilahare öğrenilmiştir.
Mehtaplı bir gece Nasmith bir zırhlı görmüş. Ortalık pek aydınlık olmadığı için periskopla etrafı görmek pek kabil olamıyormuş. Yanında iki muhriple gezen bu zırhlının Barbaros olduğuna hükmetmiş. Nasmith suyun yüzünden hücum etmek istemiş, fakat ateş vaziyetine girmeye vakit kalmadan, torpidolardan birinin üzerine doğru geldiğini görünce derhal dalmaya mecbur olmuş.
Bir gün bir muhribin beş tane levazım gemisi götürmekte olduğunu görmüş ve bunlardan en büyüğünü torpillemiş. O gün başka bir vapura torpil atmışsa da torpil vapurun altından geçmiş. Harp esnasında atılan torpiller batarlardı. Fakat Nasmith, torpil zayi etmemek için torpillerini yüzer bir halde atmış. Torpil boşa gidince birinci muavini Doyley Hughes, denizin yüzünde kalan torpile kadar yüzerek gitmiş ve torpilin yelpazesini çözerek kapsülünü kilitlemiş, bu suretle tehlikesizce ellenebilen torpili tekrar kullanılmak üzere çekerek tekrar tahtelbahire getirmiş. Torpilin muayenesi neticesinde başının geminin dibine değdiği, fakat kapsülün ateş almadığı anlaşılmış.
Nasmith, işi pek çok olduğu günlerin birinde gene bir erzak gemisini torpillemiş; gemi mühimmat yüklü olacak ki müthiş bir infilak ile berhava olmuş. Ertesi gün tahtelbahir fena bir kaza geçirmiş. Derhal dalarak hasminin taarruzundan kurtulmuşsa da hasmi de fazla duramadan kaçıp gitmiş.[8]
Periskobun 20 Kadem Ötesinde Büyük Bir Mayın!
5 Haziran’da “Port Main” motoruna arız olan bir sakatlık ve mutavassıt şaftin çatlaması dolayısıyla tahtelbahirin avdeti muvafık görülmüş. Nasmith 7 Haziran tarihinde avdet yolunu tutmuş. Mare civarında demir üzerinde bir nakliye gemisi görmüş. Tahtelbahirde daha iki torpil varmış. Sahile düşmek tehlikesini göze aldırarak sakat gemisini Nare’yi dolaşmış. Nakliye gemisini torpilleyip batırdıktan sonra, Boğaz’ın altından yoluna devam etmiş.
Nasmith, Kilitbahir’i dolaşır dolaşmaz geminin gidişinde gayri tabiî bir hal gördüğünü söylüyor. Kendisi bunu suyun kesafetinin değişmesine atfetmiş. Bir saat sonra sanki tahtelbahir karaya çarpıyormuş gibi bir gürültü işitmiş. Fakat Nasmith suyun derinliğinde karaya çarpmanın mümkün olmayacağını bildiğinden gürültünün sebebini tahkik için 20 kadem irtifaa yükselmiş ve periskobun 20 kadem ilerisinde büyük bir mayın görmüş. Bunun üzerine bir saat daha 30 kadem derinlikten yoluna devam etmiş. Kumkale haricine çıktıktan sonra gemiye tam yol vermiş.
Nasmith’e Viktorya Nişanı
Amiral o gece Bahriye Nezareti’ne telgraf çekerek Nasmith’e Viktorya Salip Nişanı verilmesi için isminin Kral’a arzını istedi. Eğer Nezaret bu talebini isaf etmediği takdirde Sir Ian, Gelibolu ordusu namına Kral’a bizzat telgraf çekerek Nasmith’e nişan verilmesini istirham edeceğini söyledi.
25 Haziran 1915 tarihinde öğleden sonra pek tatlı bir zaman geçirdik. Bunu o zaman yazdığım bir mektupta şöyle tasvir ediyorum:
“Amiral, Erkan-ı Harbiye’ye mensup bazı zabitan, bir de ben, bir muhribe binerek Anzac Sahili’ne gittik. Sahile yaklaştığımız zaman üzerimize ateş açıldı. Sahilde herkes bize bakıyordu. Türkler daima yeni gelenleri böyle istikbal ederler; fakat bu sefer yalnız birkaç tüfek ateşi ile iktifa ettiler.”
“Brighton” Sahili’nde karaya çıktılar. Yüz kadar asker denizde banyo yapıyordu. Hepsi de analarından doğdukları kıyafette idiler! Düşmanı tarassut için gözcüler koymuşlardı. İlk kurşun atılınca derhal ıslık çalıyor, bunun üzerine herkes koşarak sipere kaçışıyordu. Hiçbir şeye zerre kadar ehemmiyet vermiyorlar, neşelerini hiç bozmuyorlardı. Mermiler düşmeye başladı mı etraftan kahkahalar yükseliyordu. Bir gün evvel bir mermi dört kişiyi öldürmüş, dört kişiyi yaralamıştı. Fakat kimsenin aldırdığı yoktu.
Karaya çıktığımız zaman, bir saat evvel 5 pusluk bir merminin bir mavnada çaprazvari açtığı delikleri gösterdiler. General Birdwood o sabah denizde banyo yapıyormuş. O civarda yıkanan askerler arasına bir mermi düşmüş.
Bazen mermiler hendeklere düşer. Geçen gün bir mermi böyle bir hendeğe düşmüş. Hendeğin içinde birkaç asker varmış. Merminin infilak kabiliyeti pek fazla yükselmiş. Birbiri arkası sıra hendekten adamlar dışarı çıkmış. Etraftan yüksek kahkahalar kurtulanları tebrik etmiş. Hendeğin içinde bir iki kişinin ölüp yaralandığına kimse ehemmiyet vermemiş.
Yeraltı Seferlerde Tenezzüh
General Birdwood bizi karşıladı ve bize her yeri gezdirdi. Bu gezinti dört saat sürdü. Dünyada hiçbir şey, hatta zehirli gaz bile (parmağınızı tahtaya vurunuz!) onları yollarından çeviremez. Burası cidden görülecek bir yer. Tepelerde taraf taraf siperler, tüneller açılmış. Bu cidden harikulade bir iş. Düşünün ki, yeraltında en aşağı bir mil mesafe kat ettik. Bir sefer bir tünelden gidiyorduk. Orada bize bir delik gösterdiler. Birer birer başımızı bu delikten çıkarıp baktık. Burası bir buğday tarlasının ortası idi. Aynı zamanda düşmana da pek yakındı. Siperlerde periskop ambarları var
Asker o kadar dikkatsiz davranıyor ki, son derece mahfuz olan bu siperlerde bile her gün zayiat veriyorlar. Bazen aynaya kurşun isabet ediyor, ayna parçalanıyor; birçok kimseler de bu suretle cam kırıklarıyla yaralanıyorlar.
Avustralya ve Yeni Zelanda kıtaatı Birdwood’u seviyorlar. General daima siperlerde bulunuyor ve herkese söyleyecek bir söz buluyor. Siperler gayet temiz ve güzel. Bunları yaparken öyle kurnazca şeyler düşünmüşler ki… Bu siperlerden daha temiz bir siper tasavvur etmek imkansızdır. Bu ziyaret benim için çok hoş bir “sürpriz” oldu!
Yarın Tepesinde İstihkam
Duvarlarda birtakım levhalar var. Mesela:
“Her şeyi yerine koyun, her şeyin bir yeri var” gibi.
Etrafta yiyecek kırıntısı, sigara izmariti gibi bir şey görmedik. Bu intizam üzerinde pek büyük bir tesir yaptı.[9]
General ve Amirallerin Misafir Kabul Etmedikleri Bir Mevzi!
Siperlerin sonuna doğru garbi Avustralya madencilerinden müteşekkil bir taburun işgal etmekte olduğu bir siperden geçtik. Madenciler meslekleri icabı şayanı hayret bir maharetle kazma kullanıyorlar. Aynı zamanda şayanı hayret surette küfrediyorlar. Cidden işitilecek bir lisan! Mükemmel harp ediyorlar. Mamafih üzerimde en fazla tesir yapan Avustralya Light Horse kıtaatı oldu.
Sahilde bulunduğumuz sırada Lord Nelson zırhlısı 7.5 mil menzilden Çanakkale’yi bombardıman etti. Gemi ağlarla muhafaza edilmekte idi. Ayrıca muhripler de gemiyi muhafaza ediyorlardı. Bombardıman neticesinde Çanakkale yanmaya başladı. Avustralyalılar bu işe çok şaştılar. Çanakkale bulunduğumuz yerden görünmüyordu. Fakat o sırada havalanan uçurtma balonu yangını tespit etmişti. Tepenin arkasından alevler, dumanlar görülebiliyordu.
Bir başka gün de General Godley’i görmeye gittim. General beni siperlerde gezdirdi. “Quinn’s Post” dedikleri noktaya kadar gittik. Fakat oraya General, Amiral takımından misafir kabul edilmiyor. Öyle olmakla beraber General Godley oraya başka günler gidiyormuş. General Birdwood da orayı hemen o kadar sık ziyaret ediyormuş. Onun için burayı bende görmek istedim. Cidden şayanı hayret bir yer. Mevzi yarın tam tepesindedir. Oraya kazılmış bir merdivenle çıkılır. Merdivenin basamakları tahta traverslerle tahkim edilmiştir. Her istikamette tüneller ve galeriler vardır. Birkaç hafta evvel büyük bir mayın infilakı ile atılmış bir kratere benziyor. Türkler gece kratere mükemmel bir istihkam yapmışlar ve oradan beri ateş siperlerimizden dışarı atmışlar ve adeta bombalarıyla tepenin aşağısına kadar sürmüşler. Biz buna mukabele etmişiz ve istihkam içinde durmayı onlar için imkânsız bir hale getirmişiz. Sonra da istihkamı bomba ile berhava etmişiz. Fakat ateş siperine bizim ikinci hattımızdan ancak on yarda, onların cephesinden de ancak yirmi yarda kadar sokulmak kabil oluyormuş. Krater onların ön siperlerinden ancak 15 kadem mesafededir.

Reçel Kutusunda Bomba!
Bu muharebenin başladığı zamana kadar burasını Quinn isminde bir Avustralyalı zabit tutuyormuş. Onun için buraya “Quinn’s Mevzi” ismi verilmiş. Quinn maktul düşmüş. Ondan biraz sonra Türkler mevzii tutmuşlar ve bombalarla bize hâkim olmuşlar. Bunun üzerine General de Lotbiniere reçel tenekelerinden bombalar yaptırmış. Aynı zamanda saç fırçası şeklinde tahtalara mevaddı infilakiye konularak da bombalar yapılmış. Bu suretle günde yüzlerce bomba yapmak kabil olacaktır.
Sonra Quinn’s mevziine Malone isminde Yeni Zelandalı İrlandalılardan bir Miralay tayin edilmiş. Miralay derhal tepeyi tutmuş. Türklerin attıkları her bombaya mukabil derhal yedi bomba atmışız. Bilahare yediyi üçe indirmişiz. Miralay ateş siperini zapt edip tahkim etmiş. Krateri işgal etmiş. Türk siperleri altında 16 bomba patlamış. Miralay cidden hoş bir adam ve mesleğine cidden aşık.
Miralay beni kratere götürdü. Burası karanlık bir kuyuya benziyor. Burada dört tüfekli asker var. Türklerin çalıştıklarını duyuyorlarmış. Avustralyalı bombacılara haber göndermişler. Bombacılar gelip dinleyecekler ve mukabil bomba tertibatı alacaklar. Avustralyalı bombacılar şayanı hayret adamlar. Taarruzlarında yüzde yüz muvaffak oluyorlar. Türk siperleri ile aramızda ancak 15 kadem mesafe vardı.[10]
Tahtelbahirden Yüzerek Sahile Çıkan Dinamitli Adam!
Ağustos’un 21’inci Cumartesi günü Suvla’dan yapılan büyük bir taarruzu seyretmek üzere Triad gemisine bindim. Mısır’dan 5.000 kişilik kuvvet gelmiş, Seddülbahir’den de 20’nci Fırka nakledilmişti. Yarım saat gemiler bombardıman ettiler. Ayrıca topçu ateşi de açıldı. Bu ateşin ne tesir yaptığını kestirmek mümkün değildi. Zira bütün ovayı sis ve duman kaplamıştı. Bütün hattımız sanki topraktan çıkıyormuş gibi fırlayıp ileri atıldılar.
3 Eylül 1915 tarihinde Kaymakam Nasmith’in Marmara’dan dönüşü, içinde yaşadığım boğucu hava içinde bana tıpkı bir temiz hava rüzgârı tesirini yaptı. E-11 tahtelbahiri ile tekrar İstanbul’a gitmiş, adamakıllı yüklü bir vapuru torpillemişti. Ancak o noktada deniz pek derin olmadığı için vapur tamamıyla batamamıştı. İtalyan sefareti hâlâ İstanbul’da idi. Ve bu taarruzun tafsilatı bu suretle bize kadar erişti. Anlaşılan vapur 3.000 ton kömür yüklü olduğu halde Karadeniz’den henüz gelmişti. Bu muvaffakiyetten dolayı izhar-ı şadümanî ediliyormuş. Gemi, Haydarpaşa Şimendifer İstasyonu’nun rıhtımına yanaşmış imiş. O sırada bazı yüksek memurlar vapurun önünde imişler. Kömürün ne suretle tevzi edileceği tezekkür ediliyormuş. Şimendifer nakliyatı, vapurların, un fabrikalarının, elektrik fabrikalarının işlemesi hep kömüre mütevakkıf idi. Kömür de ancak Karadeniz’den gelebilirdi. Bu tevziat meselesi müzakere edilirken vapur gözlerinin önünde berhava olmuştu.
Akıncılar Yüzerek Sahile Çıkıyorlar!
Kaymakam Boyle, 12 Ağustos tarihinde Marmara’dan döndüğü zaman onun yerine 122 numaralı tahtelbahirle Kaymakam Stocks, Marmara seferine çıkmıştı. Ben, Kaymakam Stocks’u azimkâr, muktedir, mahir bir tahtelbahir kaptanı olarak tanıyordum. Kaptan şimdiye kadar harpten evvelki şöhretini tamamıyla muhafaza etmişti. Bağdat demiryolu üzerinde İzmit Körfezi’nin methalinde uzun bir köprü vardır. Nasmith ile Stocks burayı birlikte bombardıman ettiler. Fakat Türkler sahile top getirip tahtelbahirleri çekilmeye mecbur etmişlerdi.
Karanlık bir gece idi. Mehtap saat ikide batmıştı. Kaymakam Nasmith’in birinci zabiti olan Mülazım Doyley Hughes ufacık bir sal üzerine elbiselerini koymuş; aynı zamanda bir tabanca, ucu gayret sivri ve keskin bir süngü ve bir hayli dinamit de yerleştirmiş. Salı önü sıra iterek denizde yüzmeye başlamış. Maksadı sahile çıkıp köprüyü dinamitle atmakmış. Köprüye takriben bir mil mesafede karaya çıkmış. Sahili takiben yürümeye başlamış. Bu sırada küçük bir dereden takriben yüz elli yarda mesafede ateş yakıp oturmuş, üç müsellâh Türk neferiyle karşılaşmasına ramak kalmış. Buna meydan vermemek için geniş bir dolambaç çizerek dolaşmış. Fakat çok gitmeden bu sefer bir çiftlik evine düşmüş. Köpekler uyanıp havlamaya başlamışlar. Bereket versin ki ev halkı bu gürültüden uyanmamış.
Oradan kurtulduktan sonra köprüye epeyce yaklaşmış. Fakat köprünün başında büyük bir kalabalık görmüş. Aralarındaki ışıklardan bunların tahtelbahir taarruzu neticesinde köprünün harap olan kısmını tamirle meşgul olan amele olduğunu anlamış. O sırada tevakkuf halinde bulunan bir lokomotifin istim salıverdiği duyuluyormuş.
Demiryolu Münakalâtı Münkati
Mülazım, köprüye yaklaşmak kabil olamayacağını anlayınca demiryolunu takiben yürümeye başlamış. Maksadı hat üzerinde kolayca tahribi mümkün bir nokta bulmakmış. Fakat aradığını bulamadan üç neferin nöbet beklediği kulübeye kadar gelmiş. Ve kimseye işittirmeden yanındaki dinamiti kulübenin altına sürmüş. Fakat dinamitin fitilini ateşlediği zaman gece pek sessiz olduğu için üç nöbetçi gürültüyü işitmişler. Üçü birden yerlerinden fırlamışlar. Mülazım kaçmaya başlamış. Kendisini kovalayan nöbetçileri durdurmak için ara sıra rovelverle arkasına ateş ediyormuş. Bir mil kadar koştuktan sonra demiryolunun denize yaklaştığı bir noktaya kadar gelmiş. Oradan denize atlamış. Tahtelbahirin beklediği nokta oradan takriben üç çeyrek mil kadar tutarmış.[11]
Harpte Bulunanlar Türk Büyüklüğünden Övgüyle Bahsediyorlar!
Denize girdiği zaman müthiş bir infilak olmuş, etrafa fırlayan cisimler çeyrek milden fazla açıklarda duran tahtelbahirin civarına kadar gitmiş. Doyley Hughes açığa doğru dört yüz, beş yüz yarda kadar yüzmüş. Sonra sahil istikametini takibe başlamış. Bu müddet zarfında hasıla ile ıslık çalıyormuş. Bu esnada sahilden üzerine mütemadiyen ateş ediliyormuş. Nasmith tüfek seslerini işittiği halde Doyley Hughes’un çaldığı ıslıkları duymuyormuş. Onun için çok merak etmiş. Tahtelbahiri sahile o kadar yaklaştırmış ki, ucu adeta sahile dokunuyormuş. Fakat bu sırada Doyley Hughes küçük bir burunun öte tarafında bulunuyormuş. Biraz dinlenmek için karaya çıkmış. Artık karada herkes ayaklanmış. Şafak da sökmeye başlamış. Onun için zabit daha fazla beklemeden tekrar denize girip açığa doğru yüzmeye başlamış.
O zaman uzaktan bir Türk gemisi zannettiği şeyin, kendi tahtelbahirinin provası olduğunu görmüş. Gene sahile dönüp bir müddet gizlenmiş. Biraz sonra tahtelbahiri layıkıyla görünce gene denize atlamış. Yüzerek tahtelbahire geldiği zaman yorgunluktan adeta baygın bir halde imiş. Doyley Hughes tam Nasmith’e muavin olmaya layık bir adamdı.
Tayyarelerimiz Boğaz’da dört büyük geminin bulunduğunu haber vermişlerdi. Bu gemiler herhalde Akbaş Limanı’na levazım çıkarıyorlardı. Türk ordusunun en büyük mühimmat deposu orada idi. Keyfiyet derhal Nasmith’e bildirildi.
Nasmith’e bilhassa sert akıntılı Boğaz sularında güç ve tehlikeli bir iş verdiğimizi biliyordum. Fakat onun iktidar ve maharetine karşı sarsılmaz bir imanım vardı. Tahtelbahir gemilerin bulunduğu noktaya sabahın yedisinde vasıl olmuş. Vapurların etrafında onları muhafaza eden birçok küçük sefain ve bu meyanda bir gambotla bir muhrip bulunduğunu gördüğü için gambotu torpillemeye karar vermiş. Fakat attığı torpil gambotun altından geçmiş ve sahilde bir takım küçük gemiler arasında patlamış. Bunun üzerine hantal bir suretle denize dalmış. Fakat gemiler kendisini kovalasınlar diye periskobunu, hatta kulesini meydanda bırakmış. Filhakika gemiler de takibe başlamışlar. O zaman dibe dalmış ve aşağıdan geri dönerek nakliye gemilerinin bulundukları noktaya gelmiş. Provasındaki borudan sağlı sollu iki torpil atarak her iki vapuru da batırmış.
Boğaz’dan çıkarken Nasmith 80 kadem derinlikten son süratle ağın üzerine yürüyüp onu delmeye karar vermiş. Kumanda kulesine ağı iyice görüp malumat vermesi için lambaları söndürerek Doyley Hughes’u oturtmuş. Doyley Hughes ağın iki buçuk pusluk telden yapılmış olduğunu, ağın on kademlik gözleri bulunduğunu haber vermiş.
Cochraue yukarı çıkıp Nasmith’in yerine geçmiş. Cochraue hareket etmeden evvel, Haliç’te bazı haşarat ika etmek maksadına matuf bir planı benimle münakaşa etmişti. Bu plan, mahareti itibarıyla büyük babasının parlak icraatından aşağı kalmıyordu. Fakat bu plan tatbik edilemedi. E-7 tahtelbahiri ağa yakalanmış, tam kurtulacağı sırada pervanelerinden birini ağa kaptırmıştı.
Ağa Yakalanmış
Cochraue bu suretle on iki saat kadar çabalamış. Ağı koparmak için hatıra gelebilen bütün tedbirlere müracaat etmiş. Bu meyanda 240 kadem derinliğe inmeyi bile tecrübe etmiş. Nihayet tekneye yakın bir noktada ağır bir bomba patlamış. Bütün elektrik ziya tesisatı bozulmuş. Bu vaziyet karşısında E-7’yi denizin sathına çıkarıp tayfaya kurtulmak imkanını vermekten başka yapılacak bir şey kalmamış. Nitekim de öyle yapmış. Sonra tahtelbahiri tekrar dibe batırmış. Kendisi ve mürettebatı esir olmuşlar.
-SON-
NOT:
Sir Roges Keyes’in bu hatıratını neşreden Daily Telegraph Gazetesi’ne gönderilen bir mektupta şöyle denilmektedir:
“Sir Roger Keyes’in
hatıratında Türklerin büyüklüğünden lisanı övgüyle bahsetmiş olmasına çok
memnun oldum. 12 Mayıs 1915 tarihinde ön hatta gelirken neferlerimizden biri
vuruldu. Diğer arkadaşlarıyla birlikte yaralıyı, kendisini gazetenizde resmi
intişar eden siperlerin birinden geçirerek pansuman yerine götürdük. (Burası
kazılmış bir siper değildi, iki tarafındaki çalılardan da anlaşılacağı üzere
hendek gibi bir yerdi). Yaralı arkadaşımızı bir müddet götürdükten sonra
siperin bir kısmını ağzına kadar su ile dolu bulduk. Yaralıyı yüksekte tutmak
pek müşkül oluyordu. Onun için açık tarladan geçmeye karar verdik. Yaralıyı iki
üç yüz yardalık bir mesafede düşmanın gözü önünde götürdüğümüz halde Türkler üzerimize
ateş etmediler.”[12]
[1] Amiral Sir Roger Keys, “Çanakkale”, Milliyet Gazetesi, 23 Mart 1934, s. 2.
[2] “Kepez” olduğu düşünülmektedir.
[3] “Yarbay” rütbesine denk gelmektedir.
[4] “Soğandere” olduğu düşünülmektedir.
[5] Kilitbahir.
[6] Amiral Sir Roger Keys, “Çanakkale”, Milliyet Gazetesi, 24 Mart 1934, s. 2.
[7] “Kuzey”.
[8] Amiral Sir Roger Keys, “Çanakkale”, Milliyet Gazetesi, 25 Mart 1934, s. 2.
[9] Amiral Sir Roger Keys, “Çanakkale”, Milliyet Gazetesi, 26 Mart 1934, s. 2.
[10] Amiral Sir Roger Keys, “Çanakkale”, Milliyet Gazetesi, 30 Mart 1934, s. 2.
[11] Amiral Sir Roger Keys, “Çanakkale”, Milliyet Gazetesi, 31 Mart 1934, s. 2.
[12] Amiral Sir Roger Keys, “Çanakkale”, Milliyet Gazetesi, 1 Nisan 1934, s. 2.