18 Şubat 1915 tarihinden itibaren Çanakkale Boğazı’nın savunmasına tahsis edilmiş dört topçu alayında toplam 235 top kullanıma hazırdı. Savunma planı çerçevesinde ağır silahların büyük çoğunluğu Çanakkale Boğazı’nın en dar kesiminde Kilitbahir-Çimenlik hattında yoğunlaşıyordu. Kilitbahir Grubu içerisinde yer alan Rumeli Mecidiye Tabyası’nda 15 Şubat 1915 tarihinde 2 adet 280×22’lük, 4 adet 240×35’lik toplam 6 adet kızaklı top bulunuyordu. Anî yapılacak bir deniz taarruzuna karşı gözetleme faaliyetleri ve top atış talimleri yapılıyordu.
Rumeli Mecidiye Tabyası Komutanı Yüzbaşı Mehmet Hilmi Bey, Çanakkale Boğaz Muharebesi’nden önce grubun ve bataryanın harp hazırlığı hakkında şunları söylemektedir:
“Bir deniz harbinin arifesinde olduğumuzu hissetmiştik. Fakat kumandanından dümen erine kadar hepimiz tecrübesizdik. Ortada pek büyük bir faaliyet vardı. Geceleri sabahlara kadar gözetleme devam ediyordu. Daha sonra bununla da yetinilmeyip takımların nöbetleşerek bütün gece top talimi yapmaları emredildi. Er ve subaylar daima elbise ve ayakkabıları ile uyuyor, ilk düdük sesiyle top başı yapmaları konusunda gerçek anlamda yarış yapıyorlardı… tfer bataryada, rüzgârın yönü ve şiddeti göz önünde tutularak ağ ve sol cephaneliklerin üzerinde üstü açık birer gözetleme yeri yapıldı. Daha sonra üzerlerinin kapatılmasına izin verildiyse de, askerin maneviyatını bozmamak için kapatmadım. Bataryanın 8 bin metre sağ ilerisinde bir yan gözetleme yeri kurdum. Fakat doğrudan doğruya, bağlantıyı temin edecek vasıtaya sahip olmadığım için santralden yararlandım. Bundan başka, batarya erlerinin sayısı nazari olarak hesap edildiğinden, telefon hattının tamirine gerekli erler bir yana, bataryanın harpteki er ihtiyacını dahi kısa 28’lik toplardan oluşan takımı bozarak tamamlayabildim. Harp esnasında, sadece Namazgâh bölüklerinden 52 kişilik bir kuvvetten yararlanacağım bildirilmişti. Kısacası; hakiki bir harbin ihtiyaçları göz önüne alınamıyordu. Eski düşünce ve alışkanlıklar yeniliğin girmesine engel oluşturuyordu. Bu hâl yalnız Türklerde değil, Alınanlarda da vardı. Bunlar hakkında birçok örnek verilebilir. Mesela; Mesudiye zırhlısı, seyyar kale vazifesi görmek üzere Kuruçeşme Limanı’ na demirletilmişti. Burada denizaltılar meselesi dikkate alınmadığı gibi, bu seyyar kalenin zırhlarının pek hafif olması ve bölme tertibatı bulunmaması dolayısıyla 15’lik mermi isabetlerinin pek çabuk batıracağı açıktı. Hiç olmazsa batmaz bir hâle sokulması lazımdı. Nitekim Mesudiye Zırhlısı harpten evvel bir denizaltı tarafından torpillenmiş ve en kıymetli mürettebatı ve harp malzemeleri ile birlikte batarak, hiçbir fayda sağlayamadan denizin dibinde kalmıştır. Yine aynı şekilde, torpil istasyonlarının yerlerinin belirlenmesi ve denizaltı ağları gibi birtakım örnekler gösterilebilir. Bunlarla ilgili tedbirler ancak gerçek savaş başladığında ve tehlikeler meydana geldikten sonra uygulanıyordu. Bu yüzden, iş işten geçmiş olabiliyordu. Zaten bu hataların bir dereceye kadar geliştirilmesi ancak harpten sonra mümkün olmuştur.”
Mehmet Hilmi Bey, Mecidiye Tabyası’nda görevli askeri personeline hitaben, henüz şiddetli çarpışmalar başlamadan önce şunları söylemişti:
-Düşman Methalden girmiş bulunuyor. Öyle görülüyor ki pek kısa bir zaman sonra harbe gireceğiz. Methal savaşlarındaki tecrübelere göre kısa toplardan fayda ummuyorum. Bu nedenle harbi yapacaklar, ancak birinci derecede Anadolu Hamidiye ve Rumeli Mecidiye’si diye anılan 8-9 topu havi 2 gurup ile, ikinci derecede Dardanos ve Mesudiye, üçüncü derecede de ise obüsler olacaktır.
Düşmanın Boğazdan geçişiyle vatanımız ve İslâmiyet alçalma derecesine düşecek, Boğaz’ın muhafazasında ise elde edilecek kazançlar, milletin şerefini kurtaracağı gibi bütün İslâm âleminin kalplerinde hasıl olacak minnettarlıktan dolayı vicdanî ödül olacak, gazamız Allah ve Peygamberimizi hoşnut edecektir.
Bu ulvi vazifede bulunmamız, kendi liyakat ve iktidarımızla değil, ancak Cenab-ı Hakk’ın bir özel lütfu iledir. Şu tabyaya sahip olmakla dünyanın en bahtiyar adamları olduğumuzu bilmenizi isterim. Şimdiye kadar batarya başında bulunmamız, vatan, vatan evladı ve İslâmiyet’e karşı her zaman kendileri için canımızı fedaya hazır olduğumuzu taahhütten başka bir şey değildir. İşte o gün geldi, Hepimiz birlikte aht ve yemin edelim.
Cenab-ı Hak, insanları çeşitli yaradılışta yaratmıştır. Cesaret, yiğitlik yaradılışı olduğu gibi canilik de bir yaradılıştır. İslâmiyet ile kötülüğün bağdaşmadığı hadislerde anlatılmıştır. Ama savaş durumu farklıdır. Buradaki mücadelenin cinayetle hiçbir ilgisi yoktur. Söylediğim maksatları elde etmek için insan bir defa değil, bin defa canını feda eder. Bundan dolayı gösterilecek en ufak bir korkaklık, tekrar tekrar anlattığım üzere, atış dolayısıyla bataryanın mahvı, memleketin felâketi olacağından, diğer savaşlardaki kaçışlardan beterdir.
Buradaki yenilgi, hiçbir savaştaki yenilgiyle kıyaslanamaz. Bunun için içinizde kendine güvenemeyen varsa, söylesin, başka askerle değiştireyim. Korkmadan, bataryada bir kişi kalmayana dek inşallah harp edeceğiz. Kimse yaralı ve şehitler ile uğraşmayacak. Ölürsem üzerime basıp geçin. Yaralanırsam yine önem vermeyin. Ben size öyle yapacağım. Şehit ve yaralıların yerine geçecekler tayin edilmiştir. Şehit olduğum takdirde, beni vurulduğum yere gömün! Savaşta hiçbir ödüllenme beklemeyin. Bunu vaat etmem ve edemem. Hiçbirimiz rütbe, nişan ve dünya menfaatlerinin, heveslerinin gayretiyle harp etmeyeceğiz. Bundan ümidinizi kesin. Allah için harp etmeye niyet edelim ki, gazamız mübarek olsun. Ya gazi, ya şehit olalım. Şimdi iyi düşünün. Tekrar ediyorum. Bu dediklerimi yapamayacak biri varsa söylesin.
Yüzbaşı Mehmet Hilmi, Cepheden Cepheye Bir Ömür, Haz. Gazanfer Sanlıtop, alfa yayınları, İstanbul, 2007.