
Hazırlayan: Göktuğ KÜÇÜKÇOBAN
Üç yüz sene kadar evvel, bir Malta korsan filosunun Rodos ile Girit Adaları arasında, içinde Sultan İbrahim’in gözden düşmüş ve Mısır’a sürgün edilmiş kızağası Sümbül Ağa bulunan İbrahim Reis kalyonunu zapt etmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu hâdise ile hiçbir alakası olamayan Venedik Cumhuriyeti’ne harp açarak cumhuriyetin elinde bulunan Girit Adası’na hücum etmesiyle sonuçlanmıştır.
Bu hâdise bize, üç yüz sene evvel de çok karışık bir Akdeniz meselesini aydın olarak gösterir.
Dalmaçya’dan başlayarak Mora, Adalar Denizi, Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır, Trablusgarp, Tunus ve Cezayir’e kadar kesintisiz bir sahil zincirine sahip olan ve Doğu Akdeniz’i bir iç deniz haline getirmiş bulunan Osmanlı İmparatorluğu için: Kıbrıs, Rodos, Girit ve Malta Adaları, evvela: Doğu Akdeniz’de ecnebi tecavüzlere karşı emniyeti temin edecek müstahkem birer karakol olmak dolayısıyla; ikinci olarak, birleşmeyi temin edecek birer ticaret istasyonu sıfatıyla, zaptı ve imparatorluğa ilhakı lâzım gelen noktalardı.
Rodos ile Kıbrıs daha evvel zapt edilmişti. Sıra Girit’e gelmişti. Venedik Cumhuriyeti Akdeniz emniyetinden mesul addolundu ve ani bir surette Girit’e büyük bir donanma gönderilerek adaya asker çıkarıldı.
Hâlbuki o asırda bir Akdeniz emniyeti meselesi mevzuu bahis değildi; bu emniyetsizlikten mesul bir devlet de yok idi: Livorna sahillerinin korsan sakinleri ile kısmı âzamını Fransız aristokrasisini teşkil eden Malta şövalyeleri ile Venedik korsan teşkilatına Mora sahillerinin Türk-Müslüman korsanları, batı korsanları mukabele ediyordu.
Siyasi vaziyet de Osmanlı İmparatorluğu’na çok müsaitti: Garp komşumuz Almanya İmparatorluğu 30 sene harplerinde ezilmiş, mağlup olmuş, bizimle iyi geçinmek mecburiyetinde idi. Osmanlı İmparatorluğu için henüz bir kuvvet telakki edilemeyecek olan Rusya Çarlığı, Don ve Volga kazaklarının çıkardığı büyük isyanla uğraşıyordu. Şark komşumuz İran zayıf hükümdarların elinde, perişan bir halde idi. Avrupa’nın en kuvvetli devleti olmuş bulunan Fransa, şarktaki ticaret menfaatleri dolayısıyla Türkiye ile iyi geçinmek mecburiyetinde idi. Asrın diğer mühim bir devleti, İngiltere, Akdeniz’deki Fransız ticaretinin sekteye uğraması ve hiç çekemediği Fransa nüfuzunun kırılması için bir Akdeniz harbini dört gözle bekliyor; aynı hislerle sahip Hollanda ile beraber Osmanlı İmparatorluğu’nu Venedik’e karşı harbe teşvik ediyorlardı. Harp başladığı zaman, Venedik Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu karşısında tek başına kalmış bulunuyordu. İmparatorluğun muazzam kuvvetine karşı Girit Adası’nda muvaffak olmak imkânsızdı. Yegâne ümidi asrın en iyi gemicilerine sahip olan donanmasında idi. Bu donanma, büyük Türk donanmasına karşı açık denizde bir zafer kazanamazdı. Fakat Çanakkale Boğazı’nı abluka edebilir, Türk donanmasını dışarı çıkarmaz ve Girit’teki Türk ordusunu erzaksız, mühimmatsız ve imdatsız bırakabilirdi.
Çanakkale Boğazı da on yedince asırda böyle bir ablukaya çok müsaitti. Çünkü boğaz ağzındaki Seddülbahir ve Kilitbahir Kaleleri daha yapılmamıştı. Fatih’in yaptırdığı boğaz hisarları Venedik donanmasının Boğaz’ın aşağı kısmına girip yatmasına ve boğazı kapatmasına mâni olamazdı.
Venedikliler harbin daha ikinci yılından itibaren Boğaz’ı ablukaya başladılar. Ve tam on iki yıl, muntazaman, deniz seferleri mevsimi başlarken kuvvetli bir Venedik filosu geldi ve Türk donanmasının Boğaz’dan çıkmasına mâni olmaya çalıştı. Boğaz sularında iki donanma bir sıra muharebeler yaptı. Denizcilikten anlayan, enerjik amirallerin kumandasında bulunduğu zaman ablukayı yararak açık denize çıkmaya muvaffak olan Türk donanması, liyakatsiz ellerde feci hezimetlere uğradı. En son, Köprülü’nün sadaretinde, Çerkes Osman Paşa’nın kumandasında bulunan donanma, bir huruç hareketi yapmak istedi. Osmanlı deniz tarihinin eşini kaydetmediği feci bir hezimete uğradı. Venedik amirali Lazzaro Moçenigo bu zaferden sonra Boğaz’ı geçerek İstanbul önüne gelmek, İmparatorluğu’nun payitahtını tehdit ederek Girit cenginden feragat ettirmek istedi. Fakat Kara Mehmet adında kahraman bir Türk topçusunun attığı bir gülle Venedik amiral gemisinin barut ambarına isabet etti. Gemi Amiral Moçenigo ve bütün erkân-ı harbiyesiyle beraber parça parça olup havaya uçtuktan başka, kıç tarafı bir ateş kitlesi halinde gerideki ikinci amiral gemisine düştü ve bir an içinde ikinci amiral gemisi de bütün kumandanlar ve mürettebatıyla aynı akıbete uğradı. Venedik donanmasına sanki bir yıldırım çarpmıştı. Perişan bir surette Boğaz’dan firar etti.
Kazanılan muvaffakiyet nihayet yüksek fedakârlığı ve hizmetinin eseri idi. Fakat Kara Mehmet’in güllesi amiral Moçenigo’nun gemisine isabet etmeyebilirdi.
Bu vaka, Çanakkale Boğazı’nın tahkimi ihtiyacını bir hayatî mesele olarak ortaya attı. O asrın silâhlarına göre bu hususta yapılacak bir iş vardı: Boğaz’ın Adalar Denizi’ndeki ağzının iki başına iki yeni kale yaparak boğaz ağzını kapatmak.
Topçu Kara Mehmet’in güllesi 1656’da patlamıştı. Yeni boğaz hisarının temeli 1658’de atıldı ve hisarlar 1660’da bitti. Bu suretle Çanakkale Boğazı da, o asra göre tahkim olundu. O devrin müverrihleri tarafından “Yeni Kaleler” diye anılan bu hisarın yapılışına dair Fındıklılı Mehmet Ağa’nın tarihinden bazı notlar çıkarıyorum.
Fındıklılının üç yüz sene evvelki çok zarif fakat ağdalı üslûp ve ifadesini günlük bir gazetenin okuyucuları için bozmak mecburiyetinde kalarak yazıyorum:
“Hicrî 1069 (1658-1659) senesi vakayiinden: Boğaz’da yeni kalelerin binası – Fatih İstanbul fethinden sonra düşman gemilerinden İslam memleketlerini korumak için Rumeli yakasında karşı karşıya iki adet müstahkem ve metin kale bina edip her birine konulan topları arasından, gündüzden kat’ı nazar gece bile, değil gemiler ve kayıklar, kuşlar bile pervasız geçmek istese canı gülle ile uçurulurdu. Bu sebeple Akdeniz’den gelecek düşman korkusu kalmıştı. Fakat Venedik Seferi’nin başlangıcından beri düşmanlar her yıl otuzar, kırkar gemiyle gelip bu kalelerin dışında iki sahilde yatarak içeriden dışarıya bir gemi çıkmak oldu. Dışarıdan da gelenler onların mevcudiyetinden haberi olmayıp, uğrayınca zapt ediliyordu. Türk donanmasının her huruç teşebbüsünde ne kadar zarar gördüğü havadis kısmında yazılmıştır.
Düşmanların oraya gelmelerini men etmek için Kara Murat Paşa’nın sadaretinde bu kalelerden yirmi mil aşağıda Boğaz’ın deryaya açılacak yerinde iki sahilde karşı karşıya iki metin kale bina olunmak düşünülmüşken hâdisat ile geri bırakılmış, terk olunmuştu. Artık binası zarurî görüldüğünden İstanbul’daki dülger ve mimarlardan başka bütün Türkiye’de olanlar toplattırıldı, hassa mimarı ile Boğaz’a gönderildi ve bir mübarek vakitte kalelerin inşasına başlandı: Tulen ve arzan üçer yüz arşın olmak üzere büyük bir dikkat ve itina ile az zamanda bina yeryüzüne çıktıktan sonra Kaptan Vezir Köse Ali Paşa kalelerin inşasına memur ve nazır tayin olundu. Donanmanın da o sene boğaz hisarında kışlaması ferman buyuruldu”
“Hicri 1070 (1659-1660) senesi vakayiinden: Padişah’ın (IV. Mehmet) Edirne’ye hareketi: Padişah Edirne’ye giderken kendisi boğaz hisarlarını seyretmek üzere vezirler, şeyhülislâm ve kazasker efendiler ve maiyetinde bulunan bazı zevat ile tekrar çektiriler ile Çardak’a geçip Anadolu yakasından Sultaniye Kalesine vardı. Oradan gene gemilerle Rumeli yakasına geçti. Her iki taraftan sektirme toplar attırılıp dizdar ve muhafızlarına atiyeler ihsan etti. Sonra gene Anadolu yakasına geçti. Valide Sultan’ın yakasından seyretti. Toplar attırdı. İnşaata memur Kaptan Köse Ali Paşa’ya çok iltifat etti. Kaleler henüz bitmemişti. Deniz tarafları doldurulmak üzere idi. İtmamı için tembihlerde bulunduktan sonra Çardak’a döndü, oradan gemilerle Gelibolu’ya geçti.
“Hicri 1071 vakayiinden: Padişah’ın Edirne’ye azimeti: Padişah zilhiccenin birinci Perşembe günü (1661 Temmuz-Ağustos) acip ve garip alaylar tertip olunup İstanbul’dan çıktı. Bitmiş olan yeni kaleleri görmek isteyerek bu defa da o taraflara gitti ve evvelce görüldüğü veçhile ordu Gelibolu sahrasında kaldı. Kendisi Valide Sultan ile beraber kaleleri seyrettiler. Toplar atılıp azim şenlikler oldu. Dizdar ve muhafızlarına sadakalar dağıtıldı. Ve Gelibolu’ya dönüldü. Has odalı şair Abdi Ağa kalelerin itmamına şu tarihi söyledi:
Budur bu Kal’anın her birine Tarih ey Abdi,
Kilidi bahir İstanbul, Şeddi pâki Sultani / Sene 1071 (1660)
Ben bugün öyle sanıyorum ki, zamanın müverrihleri ve Avrupalılar tarafından “Yeni Kaleler” diye anılan bu hisarların bugün “Seddülbahir ve Kilitbahir” diye anılmasına sebep, şair Abdi Ağa’nın bir tarihidir.
Reşad Ekrem Koçu[1]
[1] Son Posta Gazetesi, 24 Haziran 1936, sayfa 7.