Özet
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte istihbarat savaşın gidişatını belirleyen en önemli unsur olmuştur. İtilaf Devletleri’nin istihbarat sağlama çalışmalarında casusluk faaliyetleri oldukça dikkat çekmiştir. Casuslar, İtilaf Devletleri’nin gözetiminde ve kontrolünde olup Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında farklı yöntem ve tekniklerle Osmanlı bölgesinde görülmeye başlamış ve Çanakkale Cephesi’nde de kendini göstermiştir. Çanakkale Kara Savaşları’nın başlamasıyla birlikte istihbarat daha da önemli bir hal almış savaşa hazırlık sırasında ve sonrasında Türk ordusunun neler yapacağına dair bilgi toplamak İtilaf Devletleri için önem arz etmiştir dolayısıyla casusluk faaliyetleri de artış göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Çanakkale Cephesi, Casus, İtilaf Devletleri, Tedbir, Osmanlı Devleti.
Giriş
Casuslar, savaşlarda karşı tarafın planını öğrenmek ve bilgi toplamak için kullanılmıştır. İtilaf Devletleri Çanakkale Cephesi’nde beş farklı tipte casus kullanmıştır. İstihbaratı sağlayan ve bu beş farklı tipten seçilen casuslardan ilki; yöresel casuslardır. Bu casuslar savaşın olduğu bölgede yaşayan ya da daha önce yaşamış olan casuslardır. İkinci tip casus; düşman subayları arasından seçilen iç casuslardır. Üçüncü tip casus; esir olan ya da teslim olan düşman askerlerin arasından seçilen devşirme casuslardır. Dördüncü tip casus; hükümlü casus olup savaş sırasında ele geçirilen düşman askerleridir. Beşinci tip casus da düşman eline esir düşen fakat daha sonra kaçan askerlerdir. Çanakkale Kara Savaşları’nda en yaygın ve en önemli olarak bölgeyi tanıyan ve savaş bölgesine hâkim olan yöresel casuslar kullanılmıştır.
Çanakkale muharebeleri başlamadan önce bu bölge de Osmanlı tebaasına ait birçok Gayrimüslim yaşamıştır. İtilaf Devletleri de casusluk faaliyetleri için Gayrimüslimlerden istifade etmiştir. Özellikle Rum ve Ermeni kökenliler İngilizler tarafından Çanakkale Savaşları’nda casus olarak kullanılmıştır. İtilaf Devletleri hedefi olan İstanbul’a girebilmek için istihbarat açısından gereken özeni göstermiştir. Çünkü Çanakkale Boğazı’nın iki yakasında bulunan tabyaların ve mayın hatlarının tahrip edilmesi, müttefik gemilerinde hasar almadan boğazdan geçebilmeleri için bu istihbaratı sağlamayı gerekli görmüştür. İstanbul ve Çanakkale’de bulundurduğu casusları da Türk kuvvetlerinin mevkilerini en detaylı şekilde müttefiklere sızdırmış ve İngiliz heyeti Osmanlı donanmasıyla ilgili her türlü bilgiyi öğrenmiştir.[1]
Cephede Casusluk Faaliyetleri ve Alınan Tedbirler
11 Ağustos 1915 tarihine Genel Karargâh İstihbarat Şubesi tarafından casusluğun tanımı yapılan ve bunlara karşı dikkatli olunmasını içeren bir yazı yazılmış ve ilgili yerlere gönderilmiştir. Genel Karargâh İstihbarat Şubesi tarafından yazılan yazı Times Gazetesi’nin 10 Ağustos 1915 tarihli nüshasında yayımlanmıştır. Makalede casusun tanımı şöyle yapılmıştır: “…Düşmanın işine yarayabilecek deniz ve kara bilgileri kanunen yetkili olan kişilerin izni olmadan toplayan, kaydeden, neşreden veya düşmana yardım amacıyla haberleşmede bulunan her bir kişi “casus”tur. Keza, casus tanımının İngiltere adaları üzerinde ikamet etmeyen ve şüphe altında bulunan bir kişiyi de kanun ve yönetmeliklere muhalif olarak haberleşen yahut yeltenen kişiyi de kapsar. İngiltere adaları üzerinde veya dışında bulunan düşmana mahsus olarak haberleşmeyi sağlamak üzere kullanıldığı şüphe edilen herhangi bir adresi casus sayar…”[2] Türk kuvvetlerinin dikkat çeken casusluk tanımının ardından, şüphe uyandıracak herkes üzerinde ve bölgede sıkı denetim başlatılmıştır. Fakat kimi zaman bu sıkı denetim İtilaf Devletleri’nin casusluk girişimlerine engel olamamıştır. Çünkü Çanakkale Cephesi’nde birçok casus, kılıktan kılığa bürünerek Türk kuvvetlerinin tarafına geçip bilgi sızdırmaya çalışmıştır. Bu duruma örnek teşkil edecek derviş kılığına bürünen bir casusluk hadisesini Sokrat İncesu anılarında şöyle anlatmıştır;
“Ramazan aylarında ve Osmanlı devleti zamanında birçok dervişler, sırtlarındaki heybe ve torbalarla köy köy dolaşarak para, yiyecek vs. gibi yardımlar dilenirler ve bunları merkezlerine taşırlardı. Her gittikleri yerde kendilerine ermiş derviş süsü vererek, Osmanlı devletinin bekası, milletin saadet ve selâmeti, padişahın ömrü afiyeti için dua ederlerdi. Bunlar bilindiği üzere, İslam dininin akidelerindendir ama, bakın bu kisveye bürünmüş bir İngiliz subayı neler yapmış: (Bu hadiseyi bir kumandanımızın verdiği konferansta dinledim.)
– Ramazan ayı Gelibolu yarımadasının küçük bir köyüne bir derviş gelmiş, uzun beyaz sakallı başında yeşil bir sarıkla haza bir derviş. Bütün köylüler kendilerine karşılayarak her türlü hürmeti gösterip ondan dilekte bulunmuşlar: (Ne olur bu mübarek ayı aramızda geçirin size rahat edebileceğiniz bir de oda verelim)
Casus nal diyordu da mıh demiyordu.
Benim bütün günlerim Allaha dua ile geçer. Onun için benim bulunduğum yerler yüksek olmalıdır. Yüksek ve ulu tepelerde ben kendimi çok daha rahat hissederim. Dualarıma ancak orada devam ederim. Köylüler memnuniyetle dervişi alıp yüksek bir tepeye götürmüşler, yiyecek ve içecek için sıkıntı çekmemesi için binbir çeşit iaşe temininde kusur etmemişler. Derviş bu tepede ordugâhını kurarak istediği çalışmağa başlamış. Tepeler, dereler, nirengi noktaları, yollar, kuyular velhasıl bizim elimizdeki kadar mükemmel harita hazırlamıştır.”[3]
Yaşanan bu gibi hadiseler casusluk faaliyetlerine karşı önlemlerin alınmasını gerekli kılmıştır. Gelibolu ve Çanakkale bölgesine gelen özellikle yabancı uyruklu kişilere dikkat edilmiş bu kişiler takip edilerek bunlar hakkında bilgi içeren raporlar hazırlanmıştır. 1913 yılından itibaren alınması gereken önemlere yönelik bir yazı yazılmış ve ilgili makamlara gönderilmiştir. Bölgede bulunan konsolosluklar casusluk faaliyetlerinin cereyan ettiği yer olarak düşünülmüştür. Rus Konsolosluğu’na dair yapılan aramalarda Türk ordusuna ait istihbarat raporları belirlenince de Çanakkale bölgesindeki konsoloslukların kesin olarak kapatılmasına karar verilmiş ve Başkomutan Enver Paşa 27 Kasım 1914 tarihinde Çanakkale’nin Rus Konsolos’unun Divan-ı Harbe verildiğini ve diğer konsoloslukların da kapatılacağını dair bir yazı yazmış, Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Komutanlığı’na göndermiştir. 11 Aralık 1914 tarihinde Başkomutanlık’tan, Çanakkale’deki Almanya ve Avusturya konsolosluklarının kapatıldığı bildiren bir yazı Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Komutanlığı’na gönderilmiştir. 15 Aralık 1914 tarihli yazı ile de Çanakkale’deki Amerikan Konsolosluğu’nun kapatılması istenmiştir.
İtilaf Devletleri’nin casusluk faaliyetleri için kullandığı yöntem ve tekniklerle savaş süresince casusluk olayları artış göstermiştir. Bu yöntemler arasında yabancı gazetecilerin gönderdikleri haber kâğıtlarının üzerine iğne ile bilgileri şifrelemesi, Almanca gazetelerin iç sayfalarına rapor ve bazı bilgilerin yazılması, kadınların haç ve kolyelerinin içinde bilgi saklaması,[4] Rus şekerlemelerinin etiketli kaplarının içlerine yazılar yazılması, iki dilim ekmek arasına mektup koymak suretiyle mektup kaçakçılığına başvurulması gibi yöntemler sayılmıştır.[5]
Çanakkale’de yaşayan birçok Hıristiyan aileler İtilaf Devletleri’nin yanına geçmiştir. Bu aileler Çanakkale’den çıkıp Selanik veya Yunanistan’ın diğer bölgelerine gitme bahanesiyle pasaport almıştır. Fakat bu ailelerin Bozcaada ve Limni bölgelerinde tespit edilmesi üzerine Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı 20 Nisan 1915’de bu gibi gerekçelerle hareket eden kişilere çok daha fazla dikkat edilmesine dair bir yazıyı Boğazlar Genel Komutanlığı’na göndermiştir. Bu yazıyla önlemlerin alınmasını gerektiren bir olayda şu olmuştur; Çanakkale Boğazı Başkomutanlığı tarafından karargâh binası olarak kullanılan binanın ve yakınındaki erzak depolarının düşman uçakları tarafından bombalanması üzerine şüphe uyandıran bir durum tespit edilmiş ve karargâh binasının yanında oturan bir Rum ailesinin yine Selanik’e gitmek için İstanbul’dan aldığı pasaportla Bozcaada’ya gitmesinin hemen ardından bu patlamanın gerçekleşmesiyle ailenin bilgi sızdırmış olabileceği düşünülmüştür. Bu gibi olaylarında yaşanmaması için Çanakkale’de bulunan ailelerin kasaba dışına çıkacak olanların Osmanlı ülkesi dışına çıkmalarının yasaklanmasının gerekli olduğu kararlaştırılmıştır. Sadece sağlık sorunları sebebiyle çıkışlara izin verilmiştir. Fakat Rumların dışında, bölgedeki Ermenilerin yurt dışına, yurt dışındakilerin de bölgeye girişleri kesin olarak yasaklanmıştır. İtilaf ordusunda yer alan casuslardan Rum casuslar hem Türkçeyi iyi bilmeleri hem bölgeyi iyi tanımaları açısından İtilaf ordusunun en çok kullandığı casus olmuşlardır. Rumların İtilâf ordusunda nasıl casus olarak kullanıldıklarını şu olay açıklamıştır:
“ Mayıs ayı başlarında, aslen biri Keşan diğeri Edremitli olan ve zamanında buralardan kaçarak adalara giden, buradaki Yunan memurların aracılığıyla İngilizlerle iş birliği yapmaya razı edilen iki Rum, Bolayır’da Yıldız Tabyası yakınlarında yerde sürünürken Türk devriyeleri tarafından yakalanmışlardır. İngilizler bu iki Rum’u, bölgeyi iyi bilmeleri nedeniyle, bu bilgilerinden yararlanmak için Anafartalar bölgesine çıkarmışlar ve burada keşif harekâtına katılmışlardır. Ancak bu kişiler, buraları bilmediklerinden ve korktuklarından dolayı bir şey yapamamışlardır. Gemilere bindirilerek Seddülbahir’e çıkarılmışlar ve Keşan ve Korudağ civarında asker, top ve tahkimat bulunup bulunmadığını anlamak için, üç ay önce diğer üç kişi ile birlikte bir sandal ile Sazlıdere’nin batısında, Mağaris önünde karaya çıkmışlardır. İngilizler bunlara bu hizmetleri karşılığında beşer paunt vermiştir. Köy civarında bir başka Rum ile görüşerek ondan top ve askerlerle ilgili bilgi almışlardır. İtilâf devletlerinin mayıs ayı ortalarında bölgeye pek çok Rum’u, casusluk amacıyla getirdiği anlaşılmıştır.”[6]
Muharebelerde Türk tarafının hazırladığı kroki ve haritaların yine casuslar tarafından İtilaf güçlerine sızdırıldığına dair hadiseler ceridelere ve anılara şu şekilde yansımıştır;
“Mülâhazât: Bu muhârebede 21 numrolu siperde telef olan düşman efrâdından 3 zâbit cesedi mevcûd idi. Bunların üzerinden bizim Gelibolu Şibh-i Cezîresi’nin 1/25.000 mikyâsındaki topoğrafya haritasını paftaları çıktı. Fakat bu paftalar 1/20.000 mikyâsına tahvîl edilmiş ve taksîm edilmiş hâlbuki bu haritalar Nisan sene 331 evâhirinde harbiye nezâretimizce neşr olunmuş ve mahrem tutulmuştu. Bu haritaların düşman eline bir câsûs vâsıtasıyla geçmiş olduğu muhakkak idi”[7]
Hasan Remzi Fertan’ın Harp Hatıraları’nda ise şöyle anlatılmaktadır:
“ Bir Casusluk Hadisesi”
Sırası gelmişken bir hatıradan bahsedeyim. 1334 [1918] Temmuz ayı içinde ben henüz alay yaverliğinden ayrılmadan grup karargâhından gelen ve kolordu komutanından cepheyi görmek ve makineli yuvalarını tetkik etmek üzere izin alan bir Alman kurmay yüzbaşısı gelmişti. Alayımız cephesini de gezmiş, bazı tavsiyelerde bulunmuş ve cephedeki bütün silahların yerleştirildiği şekli, bir kroki üzerinde tespit ettirerek alaydan almıştı. Bu krokinin altında alay yaveri olmam dolayısıyla benim imzam vardı. Ben esir olup da yüzlerce subayla birlikte Nablus’a geldiğim zaman isimlerimiz tespit edilirken ben de 70. Alay 3 Bölük komutanı olarak yazılmıştım. Nablus önüne bir İngiliz kolordu komutanı geldi. Üsera (esirler) arasından her alaydan bir iki subay seçti, 500 metre kadar ilerideki çadırına götürdü. Ben de gittim. Birer birer çadıra çağırdı bazı şeyler sordu. Sıra bana geldi, çadıra girdim, adımı ve alayımı sordu. Önüme bir kroki açtı ve “Bunu yapan Hasan Remzi sen misin? Bunu kime verdin.” dedi. O anda sanki beynimden vurulmuş gibi oldum. Bu kroki benim Alman yüzbaşısına verdiğim kroki idi. Hakikati söylediğim zaman ‘Tes.” dedi. Mareşal Allenby’nin raporunu okuduğum güne kadar bu krokinin İngiliz kolordu komutanın eline nasıl geçtiğini düşünüyordum. Sonra anladım ki Alman kurmay yüzbaşısı aslen [okunamadı] ve İngilizler hesabına çalışan ve Alman karargâhı umumisini, grubu, ordu ve kolorduyu ve bizi aldatan bir casusmuş”. [8]
Savaş bölgesinin içinde kalan Rumlar temmuz ayı başlarında casusluk ve İtilaf güçlerine yardım edebilme ihtimali ve endişesiyle daha iç bölgelere göç ettirilmiştir. İstanbul’a veya Avrupa’ya giden Ermenilerden boşalan evlere göç ettirilen Rumlar yerleştirilmiştir. Tüm bu önlemlerin yanında casusluk olaylarını engellemek için Türk ordusunda bulunan gayrimüslim askerler gözetim altında tutulmuş ve takip edilmiştir. 1’nci Ordu Komutanlığı’nın 19 Haziran 1915 tarihli yazısında, bir düşman askerinin üzerinden çıkan not defterinde 12 Rum’un düşman tarafına geçtiği şeklinde yer alan bir nottun tespit edilmesi takibin en önemli sebeplerinden olmuştur. İleri hatlarda bulunan gayrimüslimlerde firar ederek itilaf kuvvetleri tarafına geçip bilgi sızdırmıştır. 15’inci Kolordu Komutanlığı’ndan 1’inci Bölge, 2’nci Bölge ve Geri Bölge Komutanlıkları’na, 12 Ağustos 1915 tarihinde gönderilen yazıda amele taburlarındaki Gayrimüslimlerin, Müslümanlarla değiştirilmesinin çok zor olacağını bu nedenle, herkesin yerinde kalması ve Gayrimüslimlerin Müslüman askerler tarafından gözlem altında tutulması istenmiştir. Gayrimüslimler hakkında alınacak tedbirler arasında; kesinlikle savaş hattında bulunmamaları, tek başlarına nöbete çıkarılmamaları ve gece nöbetlerine gönderilmemeleri, erzak ve cephane depolarını koruma görevinin Gayrimüslimlere verilmemesi, birliklerde bulunanların geri hizmete gönderilmesi, sadece memur olarak çok az bir kısmının bulundurulması, özellikle de Ermenilerin hareketleri izlenip takip edilmesi gibi tedbirler yer almıştır. Bütün bunlar da Gayrimüslimlere belli edilmeden Müslüman askerler tarafından yapılmıştır. Bu görevlendirme çerçevesinde Gelibolu Seyyar Jandarma Taburu, Deliyani Limanı (hariç), Koyun Limanı (dâhil) bölgesini gözetleyecek ve örtecektir. Bölgesinde bulunan köy halkının düşman donanmasına casusluk etmelerine ve kaçmalarına, deniz yönünden bölgeye girmelerine engel olacaktır. [10]
Rum, Ermeni, Yahudi gibi kişilerde Türk Genelkurmayı tarafından sıkı bir denetim altına alınmıştır. Rum askerlerle ilgili alınan önlemlere ilişkin ilk girişim, temmuz ayının başlarında ölü ele geçirilen bir düşman askeri üzerinde çıkan hatıra defterinde, Türk ordusunda savaşan birçok Rum askerin İtilaf güçleri tarafına geçtiği şeklinde yazılı olan bir notun bulunmasıyla olmuştur. Bu not üzerine 5’nci Ordu Komutanlığı, 17 Temmuz 1915 tarihinde Güney Grubu Komutanlığı’na bir yazı göndermiş, bu yazıyla bilginin ne kadar doğru olduğunu, hala Rum askerlerinin cephede görev yapıp yapmadığını, yapanların da isimlerinin ve görevlerinin araştırılması ve bildirilmesi istenmiştir. Grup Komutanlığı’nın emriyle Rumların geri hizmete alınmaları da istenmiştir. 15’nci Kolordu Komutanlığı’nın 1’inci Şubesi, 1’inci, 2’nci ve Geri Bölge Komutanlıkları’na gönderdiği 18 Temmuz 1915 tarihli yazı ile Rumlarında savaşan birlikler içinde yer alıp almadığı sorulmuş ve eğer yer alan Rum varsa da bunların bildirilmesi istenmiştir. 2’nci Bölge Komutanlığı da bu yazıya yanıt olarak 27 Temmuz 1915 tarihli yazısında savaşan birlikleri içinde 55 Rum’un olduğu bildiren yazıyı 15‘inci Kolordu Komutanlığı 1’inci Şube’sine göndermiştir.
Casuslar bilgi sızdırmak için en yaygın araç olarak haberleşmeyi sağlayan telsiz telgrafları kullanmıştır. Türk kuvvetleri de bu doğrultuda önemli tedbir ve önlemler almıştır. Bir kişi tarafından telsiz telgrafların çalınmaması ya da düşman tarafına geçirilmemesi için gerekli önlemler alınmıştır. Yine Türk kuvvetlerinin en dikkat çeken önlemlerinden biri haberleşme esnasında şifreli yazışmaların kullanması olmuştur. Önemli görülen bazı kelimeler ve bilgiler şifreli yazışmalarda rakamlarla ifade edilmiş ve bu rakamlar sıklıkla değiştirilmiştir. Muharebe esasında bölgeye gelen giden mektup, gazete gibi iletişim araçları da bir tehdit unsuru olarak görülmüş bu maksatla bunlar üzerinde yoğun bir sansür uygulanması kararlaştırılmış, bunun da nasıl yapılacağına dair bilgiler ilgili birimlere bırakılmıştır. Hatta bu uygulama, asker ve subay mektuplarına da yapılmıştır. Başkomutanlık’tan, Çanakkale Boğazı Komutanlığı’na gönderilen 19 Ekim 1915 tarihli yazıda, subay mektuplarının incelenerek üzerine “sansür edilmiştir” ifadesinin yazılması istenmiştir. Bu durumda erlerin karşılaştığı bazı sıkıntılar yaşanmıştır. 25 Aralık 1915 tarihli yazıda ailelerine gönderdikleri ya da ailelerinden gelen mektuplarda ordu, tümen hatta alay numaralarının sansür memurları tarafından silinmesiyle mektupların ve havalelerin sahiplerine ulaştırılmasında postaneler tarafından zorluk çekildiği söylenmiş ve numaraların silinmeyip sadece bu alayın nerede olduğunun silinmesi istenmiştir. Yurtiçi ve yurtdışından gelen bilgi veya propaganda içerikli iletişim araçlarının sızmasını engellemek için de önlemler alınmış, sansür görevi ile görevlendirilen askerî personelin ve postane çalışanlarının dikkatli olmaları konusunda uyarılar yapılmıştır. 21 Aralık 1915 tarihinde Türk Genelkurmay’ın bütün birliklere gönderdiği yazıyla İtilâf askerlerinden kalan kitap, gazete, belge, mektup ve hatta kâğıt parçalarının toplanarak merkeze gönderilmesi istenmiştir. Bu yazının ardından 31 Aralık 1915 tarihli yazıyla Anafartalar Grubu Komutanlığı’ndan 15’inci Kolordu Komutanlığı’na gerek siperlerde gerekse savaş alanlarında İtilâf askerlerinden kalan evrak, kitap, gazete ve hatta önemsiz görülebilecek kâğıtların toplattırılarak merkeze gönderilmesi istenmiştir.
Gayrimüslimlerin ve bölgede yaşayan yabancı uyrukluların elinde bulunan araziler de casusluk eylemine karşı tehdit unsuru oluşturmuştur. Bulundukları yere göre gerek casusluk ve gerekse tahkimat açısından ciddi sorunlar yaratmıştır. Bu soruna bir çözüm getirmek adına, Hüseyin Hüsnü ve İsmet Bey’in teklifiyle 8 Ağustos 1915’te İçişleri Bakanlığı’na bir yazı gönderilmiştir. Bu yazıyla birlikte İçişleri Bakanlığı’na Kalvert, diğer adıyla Kokana Çiftliği ile ilgili yapılan kamulaştırma teklifi sunulmuştur. İleride doğacak sakıncaları ortadan kaldırmaya yönelik olarak da yabancı uyruklularla ilgili bazı kararlar alınmış ve Başkomutanlık’tan Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Komutanlığı’na, 31 Aralık 1915 tarihinde bir yazı gönderilmiştir. Yazı da ile Boğaz çevresinde yabancılara ve düşman devletleri tebaasına mensup olanların ellerindeki fabrika, çiftlik, hane, arazi ve emlâk ile ilgili listelerin hazırlanarak gönderilmesi istenmiştir. Bütün bu hadiselere istinaden tedbirler her geçen gün arttırılmış ve daha sıkı bir hal almıştır. Herkesin attığı adımdan söylediği cümleye kadar dikkat edilmiştir.
Sonuç
Sonuç olarak Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı topraklarında gerek silahlı mücadele konusunda gerekse casuslukla ilgili her türlü faaliyetlere girişen İtilaf Devletleri casusluk faaliyetleriyle Türk kuvvetlerini silahlı çatışmanın yanında oldukça zora sokmuştur. Çünkü savaşın arka yüzünü oluşturan casusluk faaliyetleri anlaşılıp tedbir alınmasına kadar geçen sürede Türk tarafı açısından istenmeyen sonuçlar vermiştir. Fakat Türk ordusu savaş boyunca hem casusluk olaylarıyla hem de silahlı çatışmayla takdir edilesi bir mücadele göstermiştir. Casusluk faaliyetleriyle savaşın seyrini kendi lehine çevirmeye çalışan müttefikler istihbarat sağlamak için kullandığı casuslar bazı durumlarda etkisini gösterse de netice olarak istediğini elde etmesini sağlayamamıştır. İtilaf kuvvetlerinin giriştiği her olaya karşı Türk tarafı casusluk olaylarını önlemeye özel bir önem vermiş ve bu konuda ciddi tedbirler almıştır. Tedbirler her geçen gün artırılarak savaşın sonuna kadar devam ettirilmiştir. Alınan tedbirler kimi zaman etkili olamasa da genel anlamda amacına ulaşıp etkili olmuş ve savaş Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmıştır.
KAYNAKÇA
ALGANER, Haydar Mehmet, Çanakkale Kara Savaşları Günlüğü, Deniz Basımevi, İstanbul, 2009.
ATABAY, Mithat, Siperden Gerçeklere, Paradigma Yayınları, Ankara, 2015.
ERDEMİR, Lokman, Hasan Remzi Fertan’ın Harp Hatıraları, Haz., Bağcılar Belediyesi, İstanbul, 2016.
KARATAŞ, Murat, BORLAT, Barış, Harp Ceridelerine Göre Çanakkale Muharebelerinde 27. Alay, Cilt 2, Haz. ÇSGTAB Yayınları, Çanakkale, 2018.
LÜLECİ, Abdullah, I. Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı Devleti’nde Casusluk Faaliyetleri (1914-1918), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2014.
MARTI, Metin, Çanakkale Hatıraları C.I, Arma Yayınları, İstanbul, 2005.
Mayın Grup Komutanı Binbaşı Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2010.
SAYILIR, Burhan Çanakkale Kara Savaşları Sırasında Casusluk Olayları ve Türklerin Aldıkları Tedbirler, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 8, 2016.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi V.
Cilt I. Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2012.
[1] Mayın Grup Komutanı Binbaşı Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2010, s.54.
[2] Burhan Sayılır, Çanakkale Kara Savaşları Sırasında Casusluk Olayları ve Türklerin Aldıkları Tedbirler, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 8, 2016.
[3] Metin Martı, Çanakkale Hatıraları C.I, SOKRAT İNCESU, Birinci Dünya Savaşında Çanakkale-Arıburnu Hatıralarım, Arma Yayınları, İstanbul, 2005, s.31.
[4] Burhan Sayılır, a.g.e., s.100.
[5] Abdullah Lüleci, I. Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı Devleti’nde Casusluk Faaliyetleri (1914-1918), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2014. s.61.
[6] Burhan Sayılır, a.g.e. s.101.
[7] Harp Ceridelerine Göre Çanakkale Muharebelerinde 27. Alay, Cilt 2, Haz. Murat Karataş-Barış Borlat, ÇSGTAB Yayınları, Çanakkale, 2018, s.458.
[8] Hasan Remzi Fertan’ın Harp Hatıraları, Haz. Lokman Erdemir, Bağcılar Belediyesi, İstanbul, 2016, s.88.
[9] Haydar Mehmet Alganer, Çanakkale Kara Savaşları Günlüğü, Deniz Basımevi, İstanbul, 2009, s.109.
[10] T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi V. Cilt I., Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2012, s.203.
[11] Abdullah Lüleci, I. Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı Devleti’nde Casusluk Faaliyetleri (1914-1918), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2014, s.58.
[12] Abdullah Lüleci, I. Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı Devleti’nde Casusluk Faaliyetleri (1914-1918), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2014, s.58.