Cemal Akbay, Birinci Dünya Harbinde Türk Cephelerindeki Harekâtın Sevk ve İdaresinde Yapılan Bazı Olumsuz Uygulamalar Üzerine Genel Bir Değerlendirme, Yay. Haz. Kübra Beşkonaklıoğlu, Askeri Tarih Bülteni, Yıl 13, Şubat 1988, Sayı 24, Ankara.
Em. Tuğg. Cemal AKBAY
1. BİRİNCİ DÜNYA HARBİ’NDEKİ TÜRK SEFER PLANINA GÖRE, TÜRK CEPHELERİ’NDEKİ HAREKATIN SEVK VE İDARESİNDE DAYANILAN ESASLAR
a. Boğazlar ve Trakya bölgesinde daha kuvvetli bulunmak
b. Kafkasya Cephesi’nde savunmak Ruslar taarruz etmez bu cephedeki kuvvetlerini çekerse, taarruz etmek, Ruslar zayıf kuvvetlerle ayrı ayrı kollar halinde taarruz ederse bu kollardan birine ve sonra diğeri üzerine taarruz etmek.
c. Mısır’a taarruz esaslı bir hazırlık yapıldıktan sonra başlayacak. Ancak; Süveyş analının önemi ve bu bölgede muharebeyi göze alıp almamanın düşünülmesi gerektiği de ileri sürülüyordu.
d. Irak Cephesi için hazırlanmış bir harekât planı yoktu. Seferberlikten sonra, bu bölge için verilen emirlere, sadık olduklarına inanılan Irak, “Arabistan aşiretlerden meydana getirilecek büyük kuvvetlerle İran’a girilerek, oradaki Rus, İngiliz hâkimiyetine son verdikten sonra Afganistan’a geçmek ve Hindistan sınırına ulaşılarak, Hint Müslüman aşiretlerini İngiltere aleyhine ayaklandırmak. Irak’a bir saldırı olursa bırakılan kuvvet ve aşiretlerle bu saldırıyı bertaraf etmek.” [1]
2. BU ESASLARA GÖRE HAREKATIN SEVK VE İDARESİNDE BAZI OLUMSUZ UYGULAMALARA GENEL BİR BAKIŞ VE DEĞERLENDİRME
a. 1914 Kafkas Cephesi
Sefer planı ve sonradan Başkomutanlık ve 3’üncü Ordu Komutanı arasında yapılan yazışmalara göre bu cephede yapılacak harekatta ana fikir savunma olarak saptanmıştı. Ayrıca Almanlarla yapılan İttifak Antlaşması’ndan sonra kışın harbe girmemek fikri adeta harp politikası haline gelmişti. Buna karşın Başkomutan Vekili Enver Paşa futuhat arzusunu yenemedi. 22 Aralık 1914’te Ruslara karşı 9’uncu Ordu’yu emrine alarak Sarıkamış genel istikametinde taarruz etti. Taarruzun yapıldığı mevsim de ısı -20 idi ve dağlarda kar bir metreyi bulmuştu. 10’uncu Kolordu Komutanı Hafız Hakkı Bey; kuşatma manevrasını daha da genişleterek teşkilatı ve teçhizatı dağ muharebelerine elverişli olmayan birliklerle üzeri bir metre karla örtülü geçilmez dağlarda ve şiddetli fırtına altında bugün iki gece cebri yürüyüş yaptırarak taarruz etti. Sarıkamış taarruzu olarak adlandırılan bu taarruzda birlikler, yarıdan fazla kayıp verdiler
Emekli Tümgeneral Fahri Belen “Birinci Cihan Harbi 1914 Yılı Hareketleri” adlı kitabında Sarıkamış taarruzunu şöyle değerlendiriyor: “Sarıkamış Muharebesi, harp tarihinin bir faciası, Türk Milletinin elemli bir hatırası olmuştur. Tarihte hiçbir ordunun yüzde doksan zayiat verdikten sonra sebat ettiğine dair misal bulmak güçtür.”
b. Çanakkale Cephesi
5’inci Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders Çanakkale savunma bölgelerini şöyle değerlendirmişti :
Birinci derecede, Anadolu kıyısı,
İkinci derecede, Alçıtepe’yi de içine alan Seddülbahir bölgesi.
Ordunun Trakya üzerinden olan ulaşımının düşman tarafından kesilmesi bakımından da Saros Körfezi’ni önemli buluyordu.
Bu değerlendirmeye göre savunmak için Anadolu Yakası’na, Seddülbahir’e Saros’a ikişer tümen tahsis etti. Görülüyor ki bölgelere yapılan bu kuvvet ayrımı yukarıda belirtilen değerlendirmeye uygun değildi.
Türk Başkomutanlığı ise; düşmanın Saros kıyısına çıkarma yapması için yeterli kuvveti bulunmadığını bildirerek, Seddülbahir, Kumkale kıyılarına önem verilmesi hususunda 5’inci Ordu’nun dikkatini çekti. Liman Paşa bu uyarıyı nedense göz önüne almadı. Halbuki buna göre kuvvet bölümü yapılsaydı, Saros’ta bir tümen bırakılır, yarımadanın güneyinde üç tümen toplanır, bu suretle düşmanın Arıburnu’na kuvvet çıkarmasını önlemek olanağı daha kolay elde edilirdi.
Liman Paşa savunma içinde kuvvetlerini şöyle bir taktik kuralına göre tertiplemişti:
Karaya çıkan düşmanı karşı taarruzlarla denize dökmek, bu maksatla da kıyıyı zayıf kuvvetlerle gözetlemek, geride kuvvetli ihtiyatlar bulundurmak.
Halbuki harekatın Gelibolu Yarımadası’nda cereyanı, yapılan hareketler, deniz kıyısındaki savunmanın değerini meydana çıkarmıştır. Donanma ateşi altında kıyıda savunma ve karşı taarruzun yapılamayacağı varsayımını ortadan kaldırmıştır. Çünkü kıyı savunmasında esas olan düşmanın deniz üstünde her bakımdan hareketsiz, adeta ölü durumundan faydalanarak deniz üstündeyken denize dökmektir.
Liman Paşa’nın 120 km. lik bir cephenin hepsini, elinde bulunan kuvvetlerle kıyıdan savunması elbette olanaksızdı. Tümenlere ortalama savunmak için onar kilometrelik bir cephe verilirse ve tümenlerin hepsi cepheye konulursa, 60 km. lik cephe tutulmuş olur. Bu bakımdan savunulması hayati önem taşıyan bölgelerden, Çanakkale, Maydos ve Kilya’da kuvvetin çoğunu bulundurmak ve bu bölgelerde kıyıda savunmak, bu bölgeler dışındaki kıyıları ise gözetlemek, düşmanı karaya ayak basmadan denize dökmek taktik kuralı uygulanabilirdi.
Mürettep -sonra 15’inci- Kolordu Komutanı General Weber’in Çanakkale savunmasındaki düşüncesi de şöyle idi: “Gündüzleri düşmana bırakmak, geceleri karşı taarruz yapmak ve bu suretle düşman donanmasının ateşinden korunmak.” Bu taktiğin uygulanması da Kumkale Muharebesi’nin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldu. Büyük birliklerle hazırlık yapılmadan gece taarruzlarının başarısızlıkla sonuçlanacağı, bu muharebede ortaya çıktığı halde ders alınmadı, gece taarruzlarına devam edilerek büyük kayıplar verildi.
c. Irak Cephesi
Irak-İran Cepheleri Harekâtı’nın bir elden sevk ve idaresinin sağlanması amacıyla 6’ncı Ordu Komutanlığı’na 29 Aralık 1915’te Mareşal Goltz Paşa atandı. Ancak, İran Cephesi önem kazanınca Irak’taki kuvvetlerin sevk ve idaresini Irak Grup Komutam Nureddin Bey’e (Korgeneral Nureddin Sakallı) bırakarak kendisi daha çok İran Harekâtı ile ilgilendi.
Bu harekât, kuvvetlerin dağılmasına ve Irak’ta üstün İngiliz kuvvetleri karşısında, ondan zayıf kuvvetlerin bırakılmasına neden oldu.
d. Sina Cephesi
Birinci Kanal Seferi yeteri kadar hazırlık yapılmadan uygulandı. İkincisi çok sıcak bir mevsimde yapıldı (16 Temmuz’da yürüyüşe başlandı) her iki sefer de olumsuz sonuçlandı. Bu Kanala seferlerinden sonra Sina boşaltıldı.
4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa, modern araçlar olmadan Kanal harekatının yapılmasına taraftar değildi. Bunun üzerine Almanya’dan “Birinci Paşa Kolu” adı ile şu birliklerin gönderilmesine karar verildi:
6 makineli tüfek, 15’lik bir obüs bataryası, 4 uçaksavar top takımı, iki filolu bir hava grubu, bir muharebe, iki nakliye takımı, 4 kamyon takımı, 21’lik havan bölüğü, iki seyyar hastane, iki batarya 12 top, Avusturya Dağ Taburu. Bu kuvvetin getirilmesi demiryolunun kapasitesi ve Almanların eşya ve ağır malzemelerinin çokluğu yüzünden uzun zaman aldı. Bir kısım birlikler, uçak ve uçaksavarların yarısı, muharebe birlikleri hariç, diğer birliklerin gelmesi, temmuz ortalarına kadar sürdü. Almanlar temmuzda İkinci Kanal Harekatı’nın yapılmasındaki sakıncaya önem vermediler. Esasen daha önce 5 Mart 1916’da Kudüs’e gelen Türk ve Alman Başkomutanları Kanal taarruzuna karar vermişlerdi. Çok sıcak bir ortamda yapılıp olumsuz sonuçlanan İkinci Kanal Harekatı’nın yapılmasında güdülen maksat, Kanal’ın tehdit altında bulunduğunu, dolayısıyla Mısır’da büyük kuvvetler bulundurulmasını İngilizlere anlatmaktı ve 4’üncü Ordu bu harekât sonucu Sina’yı boşalttı.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın fikirlerinin yayım aracı olan Manchester Guardian Gazetesi’nin 7/8/1916 tarihinde yayınlanan nüshasından Türkçe’ye çevrilmiş ve özeti aşağıya alınmış olan yazıda; iki Kanal harekâtı değerlendirilerek İngiltere’nin, bu bölgede uyguladığı stratejiyi değiştirerek Filistin’i hedef alması öneriliyordu.
“Kanal’a karşı yapılan Türk harekâtı, bizim stratejik maksadımızın tekrar gözden geçirilmesi gereğini ortaya koyuyor. Şimdiye kadar Kanal’ı Mısır’ın savunmasına hizmet eden bir hendek, Sina Çölü’nü de o hendeğin ilerisinde genişletilmiş bir sahra şivi olarak düşünüyorduk… İleride savunmamızı, Kanal’ın ilerisinden daha ileriye götürdüğümüz zaman Kanal’ın, Mısır’ın savunmasına hizmet eden bir istihkam değil, tersine Mısır’ın, Kanal’ın savunmasına yarayan kıymetli bir istihkam olduğu iddiasının gerçek olduğunu daha iyi anlayacağız.
Türkler ispat etti ki, ağır obüslerle donatılmış oldukça büyük bir ordunun çölün ortasında nakli ve orada mükemmelen iaşesi mümkündür. Demiryolları yapılabilir, su yolları döşenebilir. Modern mühendislik yolu ile çölü az zamanda geçilebilir hale koyabiliriz…
Türklerin Kanal’a karşı yaptıkları iki girişimden alınacak ana ders galiba gösteriyor ki, asıl stratejik sınır, yarımadanın doğu hududunun daha ortasındadır. Yani Filistin, Kanal’ın doğal istihkamı olacak ve Filistin’in ele geçirilip korunması bizim için pek önemli olacaktır.”[2]
e. Kafkas Cephesi (1917 Yılı Kış Hareketleri)
1917 kış aylarında her iki taraf da şiddetli kışın etkisini azaltmakla uğraşıyorlardı. Ruslar önceden yapılan muharebelerde büyük kayıplar vermiş; şiddetli iklim koşulları dolayısıyla kışın getirdiği zorlukları yenmeye çalışıyorlardı.
Türk orduları da aynı koşullar altında büyük kayıplarla erimekte idiler.
3’üncü Türk Ordusu, üç kolordu, 14 piyade ve bir süvari tümeninden oluşan kuruluşunu, daha 1916 yılında; kolordulardan birer tümen, tümenlerden birer alay, alaylardan birer tabur meydana getirerek altı tümenli iki kolordu ile bir süvari tugayı kuruluşuna inmek zorunda kaldı.
2’nci Ordu da üç piyade ve bir süvari tümeninin Irak ve Suriye Cephesi’ne göndererek yedi tümenle cephe gerisine kışlık konaklara girdi.
f. Irak Cephesi
6’ncı Ordu’nun parçalanarak, yarı kuvvetinin İran’a gönderilmesi, 1917 yılında bu cephede çetin muharebelerin sahnelenmesine neden oldu. Irak’ta 18’inci Kolordu’nun yalnız bırakılması, Irak İngiliz Kuvvetleri Komutanlığı’nda Bağdat’ı ele geçirmek hevesini uyandırdı. Dolayısıyla Irak’ta çetin muharebeler başladı. Türkler Irak’ta kuvvetlerinin çeşitli cephelere dağılması sonucu dört misli üstün kuvvetlere karşı muharebe etmek zorunda kaldı.
Mart 1917’de Bağdat düştü. İngilizlerin Bağdat’ı alması, doğuda Arabistan’da kötü bir yankı uyandırdı. Bunun üzerine askeri olmaktan çok, siyasi bir maksatla Alman Genel Karargâhı Bağdat’ın geri alınmasına karar verdi; ve bu maksatla da Osmanlı Genel Karargâhına lazım olan para yardımı yapmayı vaat etti. Bağdat’ı kurtarmak için Falkenhayn’ın komutasında bir Yıldırım Ordular Grubu teşkil edildi. Ancak Filistin’deki harekâtın kritik bir safhaya dönüşmesi üzerine bu karardan vazgeçildi. Çünkü Filistin’de İngiliz kuvvetlerinin ilerlemesi halinde, Bağdat’a yönelen Yıldırım Ordular Grubu’nun yan ve geriler, tehlikeli bir duruma girecekti.
g. Sina-Filistin Cephesi
1917 yılında Sina Cephesi birinci derecede önem kazandı. İngilizler demiryolunu, Nil Nehri’nden aldıkları suyu Gazze Cephesi’nin 25 km. kadar yakınına getirdiler ve Gazze Cephesi’ndeki kuvvetlerini iki kolorduya çıkardılar. Ayrıca Mısır’da yeni takviye kuvveti hazırladılar. Bütün bu hazırlıklar İngilizlerin yakında Filistin’e üstün kuvvetlerle taarruza geçeceklerinin belirtileriydi.
Yıldırım Ordular Grubu’nun, Sina Filistin Cephelerini takviye kararının uygulanması uzun görüşmelerin sürmesi nedeniyle geç kaldı. Uygulamada da görüş ayrılıkları vardı. 4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa savunmayı, Sina Cephesi Komutanı von Kressen mahdut hedefli taarruza, Falkenhayn ise kesin sonuçlu taarruza taraftardı. Halbuki Yıldırım Ordular Grubu’nun yeni kurulan 7’nci Ordusu’nun Sina Cephesi’ne getirilmesi ulaştırma koşullarının sınırlı olması nedeniyle en az iki ay kadar sürebildi. Şu hâlde 7’nci Ordu, 8’inci Ordu ile harekât birliği yapar duruma gelemden, üstün olan İngilizlerin, 8’inci Ordu’ya taarruza geçeceklerini kabul etmek gerekirdi. Bu nedenle, her iki ordunun birlikte hareketlerini sağlamak için, üstün düşman kuvvetlerinin taarruzu karşısında 8’inci Ordu’nun Kudüs-Yafa hattına kadar oyalama mukavemeti yaparak çekilmesi, 7’nci Ordu’nun da güneye hareket ederek Kudüs-Nablus-Tulkerim bölgesinde toplanması uygun olurdu.
Yeni kurulan 7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa “Halep’te bulunan kuvvetlerin Sina Cephesi’ne ne kuvvet ve kıymette gelebileceği belli olmadığına göre, 7’nci Ordu’nun güneye hareket ettirilmesi gerektiğini, bu kuvvetlerin nasıl kullanılacağının şimdiden kesin olarak belirlenmesine imkân olmadığını” bildiren raporunu 2 Eylül 1917’de Başkomutanlığa gönderdi.
Mareşal Falkenhayn da Sina Cephesi’nde inceleme yaptıktan sonra, Başkomutanlığa bir rapor gönderdi. Başkomutanlığın bu rapora vereceği karşılık uzuyordu. Falkenhayn bunun üzerine raporu kabul edilmezse Almanya’ya döneceğini, Türk ve Alman genel karargahlarına bildirdi. Sonunda 30 Eylül’de Sina Cephesi’ndeki kuvvetler de Falkenhayn’ın emrine verilerek raporu kabul edildi.
Başkomutanlık, Cemal Paşa ve Falkenhayn’ı da dikkate alan ortalama şöyle bir hal çaresi buldu:
-Sina Cephesi komutanlığı, 8’inci Kolordu Komutanlığı’na çevrildi ve bu komutanlığa von Kressen atandı.
-4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa; Suriye, Batı Arabistan Umum Komutanı oldu. 4’üncü Ordu Komutanlığı’na, 8’inci Kolordu komutanı Cemal Paşa (Mersinli) verildi.
-Kudüs Sancağı’nın kuzey sınırına kadar olan Filistin bölgesi 7 ve 8’inci Ordularla Irak’taki 6’ncı Ordu, Mareşal Falkenhayn’ın emrine verildi.
Cemal Paşa Suriye’deki 4’üncü Ordu ve Hicaz ve Yemen’deki kuvvetlerin umum komutanı, dolayısıyla Ordular Grubu Komutanı oluyordu.
Filistin’deki harekatı idare edecek Mareşal Falkenhayn’ın aynı zamanda Irak’taki 6’ncı Ordu’ya komuta etmesine olanak yoktu.
Suriye’deki sevk ve idarenin iki başlı olması sakıncalı idi.
Bu durum ve Falkenhayn’ın tedbirlerinin, Başkomutan Vekili Enver Paşa tarafından uygun görülmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa ile Falkenhayn arasında anlaşmazlık baş gösterdi; ve Kemal Paşa, 9 ekim 1917’de 7’nci Ordu Komutanlığı’ndan istifa etti. Yerine 2’nci Ordu Komutanı Fevzi Paşa (Mareşal Fevzi Çakmak) atandı.
1917 yılında, Birinci Gazze Muharebesi bu bölgede yeterli kuvvetlerin toplanması sonucu kazanılmıştır.
İkinci Gazze ve Birüssebi Muharebelerinin kaybedilmesinde de başlıca neden Bağdat’ı kurtarmak maksadıyla Suriye Cephesi’nin ihmal edilmesi olmuştur denilebilir.
1917 yılında Türkiye’nin müttefikleri düşman arazisinde bulunurken Galiçya’nın doğusu hariç- Türkiye ise doğu vilayetlerini ve Irak’ın önemli bir kısmını kaybetmişti. Sina Çölü’nü geçen düşman Filistin’i tehdit etmekteydi. Bu durumda bir Türk kolordusunun İran’da ve seçkin yedi Türk tümeninin Avrupa ve Balkan Cephelerinde bulunmaları sevk ve idare zaafı bakımından önemle üzerinde durulacak bir keyfiyettir.
1918 YILI CEPHE HAREKETLERİ
- Sina-Filistin Cephesi
1918 yılında yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na Mareşal Liman von Sanders getirildi.
Liman Paşa, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’nı eline aldığı zaman, Türk piyade taburlarında ortalama 120-150 tüfek bulunduğunu, 8’inci Ordu’nun tüfek mevcudunun 3.902 olduğunu anılarında açıklamıştır. Birinci Dünya Harbi’nde bir Türk tümeninin mevcudu yuvarlak hesap 14.000 olduğu göz önünde tutulursa, 8’inci Ordu’ nun muharip mevcudu bakımından ne duruma düştüğü daha iyi anlaşılır.
Mareşal Liman von Sanders Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na, tutulan mevziileri elden çıkarmamak görevi ve talimatı ile atanmıştı. Kendisinin de kanaati aynı idi. Daha Filistin’e gelmeden Konya İstasyonu’ndan Yıldırım Ordular Grubu’na şöyle bir emir gönderdi: “Hiçbir birlik emrim olmadan geri çekilmeyecek, her karış toprak adım adım savunulacaktır.” Bu emre göre, Liman Paşa Çanakkale’deki savunma düzenini, Filistin’de uygulamak istiyordu. Ancak, gerçek şu idi ki, Çanakkale ile Filistin arasında siyasi, coğrafi ve Çanakkale’ye ayrılan kuvvetler itibariyle bağdaştırılamayacak farklar vardı. Bu farkları, Emekli General Fahri Belen “Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi 1918 Yılı Hareketleri” adlı kitabında en iyi bir şekilde şöyle dile getirmiştir: “Çanakkale’de Conkbayırı gibi öyle tepeler vardır ki, bunlar yalnız ordunun değil, milletin kaderi ile ilgili idiler. Çanakkale’de bir tümen ortalama 2 km. lik bir cepheyi savunuyordu. O tümenlerin bir bölgesi bile olmayan Filistin’deki zayıf tümenlere ise 10 km. lik bir cephe düşüyordu. Çanakkale’de iki tarafın kuvveti aşağı yukarı denk sayılabilirdi. Filistin’de ise düşmanın büyük üstünlüğü vardı.”
Bu cepheye bağlı olarak Medine’nin elde bulundurulmasına ait uygulama da orduların esir olmasında ve Suriye’nin bütünü ile elden çıkmasında dolaylı olarak etki yaptı.
Liman Paşa evvelce büyük bir çekilmeyi uygun bulmuyordu. Görevini Mustafa Kemal Paşa’ya devretmeden evvel, Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı görüşmeden sonra Halep’e kadar çekilmeyi kabul etti. Bu suretle Yıldırım Ordular Grubu’nun dörtte birinin kurtarılmasına olanak bulundu.
- Irak Cephesi
Selmanpak Muharebesi’nden sonra İngilizlerin Kut-ül-Amara’yı tekrar ele geçirdikleri zamana kadar, Türk ordusu çok üstün İngiliz kuvvetlerine karşı büyük kahramanlık göstererek muharebe etmek zorunda kaldı.
Stratejik hatalar, kahraman 6’ncı Ordu’yu, Irak’ta perişan ve çaresiz duruma düşürdü. Bu ordunun bir kolordusu İran’ın ortasında Hemedan’da iken, insan, silah, araç ve gereç bakımından zayıf olan 18’inci Kolordu kuvvetli İngiliz ordusu karşısında yalnız başına ve bu defa beş misli üstün kuvvete karşı üç ay kahramanca savundu ve çok büyük kayıplar vererek adeta eridi.
- Doğu Cephesi
18 Aralık 1917’den beri iki taraf kuvvetli mütareke halinde idiler. 12 Şubat 19118’de 3’üncü Ordu ileri harekata başladı. Doğuda, 3’üncü ve 9’uncu Ordulardan bir ordular grubu oluşturuldu ve doğuda bir istila siyaseti ile paralel olarak, harekât uygulanmaya başladı. Ayrıca Azerbaycan’da bir İslam Ordusu adı ile bir kolordu, Kuzey Kafkasya’da yerli bir ordu kurulacaktı. Birinci safhada, Bakü, Petrovsk ve Tebriz ele geçirildi. İkinci safhada ise, bütün İran’ı baştan başa geçerek Basra’ya varmaktı ki tamamı ile hayal olan bu harekât Makedonya’da Bulgar Cephesi’nin yarılması ile hayal olarak tarihe gömüldü.
SONUÇ
Birinci Dünya Harbi’nde Türk
cephelerinde, önemli görülen bazı olumsuz sevk ve idare uygulamaları üzerinde
duruldu. Harbin devamı esnasında; cephelerdeki harekatın karşılıklı
değerlendirilmesini yine emekli General Fahri Belen kitabında en iyi bir
şekilde şöyle ortaya koymuştur: “Boğazlar bölgesinde kuvvetli bulunmak
gerektiği anda, Kanal ve Sarıkamış taarruzu yapılmış, 1914 yılı başında Erzurum
tehlikeli bir duruma geldiği zaman, Avrupa’ya kuvvet gönderilmesine teşebbüs
edilmiş ve gönderilmiş, İran Seferi yüzünden Bağdat kaybedilmiş, nihayet
Bakü’yü zapt ederken, Suriye ve Yıldırım Orduları kaybedilmiştir.”
[1] Birinci Dünya Harbi’ndeki Türk Harbi, C.III, Irak-İran Cephesi, Ks.1, Genelkurmay Basımevi, Ankara,1979, s.57
[2] Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivi; Klasör 51, Dos. 245, Fih.46