Yayına Hazırlayan: Göktuğ KÜÇÜKÇOBAN
Bursa İzcileri Çanakkale Şehitliği’ni Ziyaret Ettiler
Bursa İdam Yurdu gençleri, Çanakkale şehitlerimiz için bir saygı seyahati yapacaklarından bahisle beni davet ettikleri zaman, yolcuğun bütün meşakkatleri gözümün önüne geldi. Bizim memlekette seyahat kelimesinin hacca gidip gelmekten başka manâsı olmadığı için bir hayli düşündüm. Fakat teşebbüs çok ulvî bir gaye ve çok cazip bir şekil taşıyordu. Seyahatin güçlüğü hakkındaki zihniyetle de mücadele edilecekti. Biraz izin ve bir miktar dünyalık tedarik ederek gitmeye karar verdim.
Seyahat bittikten sonra gördüm ki gençler hem şiddetli bir intibah almış hem de milli bir vazifeyi ifa etmiş oldular. Bu iki yüksek netice yanında, çekilen müşkülât bütün acılığına rağmen, unutuldu gitti.
Otuz izcinin on gün süren yolculuğu Mudanya’dan başladı. Mersin vapurunun giderken ve gelirken gösterdiği yardım, kolaylık ve iyiliklerini kaydetmek vazifedir. O gün İstanbul’dan kalkan Mersin vapuru, ertesi sabah Marmara’yı geçmiş, Çanakkale Boğazı’na girmişti. Vapur ilerledikçe, şehâmet ve kahramanlık mıntıkası gözümün önünde, canlı bir tarih halinde, sahife sahife, satır satır açılıyor, seriliyordu.
Vapurda bütün konuşmalar yek bir mevzuun çerçevesine girmişti. Akbaşı’ı geçiyoruz, yüksekte Conkbayırı, Gazi’nin saatine kurşun gelen tepe, aşağıda harap Maydos. Daha ileride, metin kale duvarlarıyla, gergin bir göğüs gibi denize ilerlemiş Kilitbahir. Solda Nara Burnu’nu döner dönmez beyaz bir taş; Barbaros abidesi.
Boğaz’ın sağlı sollu topraklarının her kıvrımında bin bir harp hatırası kımıldanıyor. Köyler, kasabalar harpten yeni çıkmış, üstü başı süngü yırtıkları, kurşun delikleriyle perişan kahraman nefer hallerini muhafaza ediyorlar.
Biraz sonra Çanakkale’de demirledik. O gece Jandarma Karakol Kumandaları Mektebi’nde misafir kalacaktık, karaya çıktık.
Çanakkale’nin Aslı
İnsan yeni bir şehre girdi mi oranın ismini merak ediyor. Sanki mühim bir şeymiş gibi Çanakkale’ye girince benim de zihnimi bu merak tırmaladı. Fakat çanaklarının şöhretini ve kalelerinin çokluğunu hatırlayınca şu muadele ile mesele halledildi; Çanak+Kale=Çanakkale!
Bütün deniz şehirleri gibi, burası da yalı boyunca uzayan bir kasabadır. Sahili güzel, oturaklı, taş ve tuğlalardan yapılmış binalar dolduruyor. Arada yangın yerleri, boş ve çorak arsalar, bombardıman senelerini hatırlatmakta.
Elektrik ve Belediye
Kasabada dikkat çelmeyen iki şey var: Elektrik ve Yahudiler. Gece şehri baştanbaşa noktalayan bu medenî ışık Çanakkale’de ancak üç aydan beri parlamaktadır. Fakat haber vereyim ki, bu tesisat belediye tarafından yapılmış değildir. Bunu yapan Jandarma Mektebi’dir.
Esasen iki gün oturunca insana kanaat geliyor ki, Çanakkale demek jandarma demektir. Jandarma, burada medeniyet ve teşebbüs unsurudur. Jandarma mektebi, şehrin medenî ihtiyaçları arasında mühim bir yer tutan elektriği de doğrudan doğruya kendi teşebbüs ve gayretiyle meydana getirmiştir. Bu 25 beygirlik tesisattan belediyenin, şehrin aydınlatması için cereyan satın alması hayli gariptir.
Bundan evvelki belediye heyetinin hiçbir iş görmediğini söylüyorlar. Şimdiki reis Veli Bey ise çok çalışkan bir zat imiş. İşe başlar başlamaz bir arozöz (su tankı) satın aldırmış, belediyenin 40 bini geçmeyen gelirini arttırmaya çalışıyormuş.
Çanakkale çarşısını dolaşırken, birkaç tabela dikkatimi çeldi; Kasap Bohor, Sütçü Nesim, Köfteci Kohen, Terzi İzak… Hem yürüyor hem de tabelalardan Yahudi dükkânlarını saymaya çalışıyordum. Bir müddet sonra anladım ki Türk dükkânlarını saymak çok daha kolay olacak. Koskoca çarşıda Türk dükkânları nazar boncuğu gibi tek tük. Yahudi vatandaşlarımız, buranın iktisadiyatını avuçlarına almışlar, nüfusun sekizde birini teşkil etmelerine rağmen toprağı işleten, pazara patlıcanı, biberini yetiştiren ve köylüye borç veren bu unsurdur.
Çanakkale Çanakları
Çanakkale’nin iyi bir hali var. Adım başında el açan, sırnaşan dilencilerden burada eser yok. Şehirde araba da göremezsiniz. Çanakkale’nin meşhur çanak çömlek mamulâtı, üç imalâthaneden çıkıyor. Bu imalâthanelerin ismi kârhanedir! Burada satılanından başka Karadeniz havalisine de bir miktar ihracat yapılıyor. Fakat buranın hususiyetini taşıyan mamulâta son zamanda boya karıştırılıyor. Bakıyorsunuz, zarif bir toprak vazonun üstüne bir sarıklı ihtiyar veya peçeli hanım resmi çizilmiş.
Tabak ve testilerin üstünde yağlı boya manzaralar. Tarzı kadim mamulâtı değiştirmek, yapılışa yeni bir çeşni vermek lüzumu hissedilmiş. Fakat nedense, yeni bir orijinalite bulmak yerine, boya sürmek daha kolay gelmiş.
Rıza
Ruşen[1]
[1]Akşam Gazetesi, 13 Eylül Cuma 1929, s.1 ve 6.