Osmanlı İmparatorluğu’nun oldukça uzun süren savaş meydanlarındaki mücadelesi, son elli yılda çok daha çetin ve yoğun bir hâl almıştı. Bu savaşlar devam ederken yapılan şehitlikler, dönemin şartları gereği çok fazla korunamamış; Yeni Türkiye’de düzenli bir çalışma için barış dönemi beklenmek durumunda kalınmıştı. Türk milletinin yurt içinde ve yurt dışında tarih yazdığı her yerde vatan uğruna canlarını vermiş şehitlerimize bir vefa borcu olarak savaştan arta kalan yaraların sarılması, şehitlik alanlarının düzenlenmesi, şehitlerimize olan vefa borcunun ödenmesi; ancak Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra düzenli bir hal alabilmişti.
Geçmişten geleceğe bu vefa borcunu, kurulduğu 1926 yılından bugüne gerçekleştirdiği çalışmalarla bir nebze de olsun ödemeye çalışan en önemli kuruluşlardan biri de Türk Şehitlikleri İmar Cemiyeti olmuştur. Milli Mücadele ruhunun temellerinin atıldığı Çanakkale’ye dair birçok ilki gerçekleştiren Cemiyet, her bir karışında şehit kanının bulunduğu Çanakkale muharebe alanına da toplu kafile ile ilk ziyareti, 1926 yılında gerçekleştirmişti. Kamuoyunun dikkatini Çanakkale’ye çekmek ve şehitlerimizi anmak için Çanakkale’ye ziyaret düzenleyen Cemiyet, bu ziyaret için biletler hazırlamış ve devlet erkânına da davetiyeler göndermişti. 26 Eylül 1926 tarihinde Merkez Komutanı Miralay Şakir Bey, Esat Bey, İsmail Hakkı Bey, Burhanettin Bey, Süleyman Nazif Bey, Haydar Muhittin Bey, Ziyaettin Bey, Ziya Bey, Kemal Bey, Mehmet Fehmi Bey, Afyon milletvekilleri, Ruşen Eşref Bey ve Musa Kazım Bey ile Gelibolu Milletvekili Celal Nuri Beyler’in de içlerinde bulunduğu 200 kişilik bir ziyaretçi grubu, Gülnihal Vapuru ile Çanakkale’ye gelmişti. Ziyaret sırasında Anafartalar bölgesi Kemikli açıklarına gelindiğinde şehitlerimizin ruhuna mevlit ve dualar okunmuştu. Cemiyet’in Çanakkale’deki faaliyetlerine dair Mart ayında Anafarta Dergisi 2020 İlkbahar Sayısı’nda yayınlanan “Geçmişten Geleceğe Vefa Borcu: Türk Şehitlikleri İmar Vakfı Çanakkale’de” başlıklı yazım için gerek Vakfın arşivi, gerek dönemin gazete arşivlerinden yaptığım araştırmalarda bu ilk ziyarete dair elde edilen veriler oldukça azdı. Ziyaret için yapılanların yanı sıra ziyarette hissedilenleri tasvir eden herhangi bir belge veya hatıraya ulaşılamamıştı. Ancak daha sonrasında Ruşen Eşref Ünaydın’ın 2 Mart 1950 yılında Uluğ İğdemir’e yazdığı mektubunda ziyarete dair kaleme almış olduğu hatıralarına ulaştık. Ünaydın, o günkü şartlarda gerçekleştirilen ziyarette hissettiği duyguları hatıralarında şöyle anlatmıştı:
“Eyice kestiremiyorum, galiba 1925’in yazında olacak. Şehitlikleri İmar Cemiyeti, Çanakkale’ye İstanbul’dan bir ziyaretçi kafilesi götürmeyi tasarlamıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra o gaza yerlerine ilk topluca gidiş bu idi sanırım.
Bir akşamüzeri Gülnihal, İstanbul’dan ayrıldı. Ertesi sabah Çanakkale Boğazı’ndan dışarı çıktı. Elmas gibi ışıldayan ve uzaklardaki berrak mavisi aydınlık göğe kavuşarak sonsuzluğun büyüklüğünü duyuran bir denizin üstünde, Arıburnu’ndan Anafartalar’a kadar bir geçişle gaza diyarını selâmladı; sonra o pırıl pırıl suların ortasında durdu…
Gök, güneş, deniz ve toprak… Sadece bu dört unsurla tabiat, apaydın bir yalnızlık içinde, gözlere en eşsiz güzelliklerinden birinin mucizesini gösteriyor, gönülleri kamaştırıyordu. Bir ruh âleminin mavi umanına ermiş gibi hafifliyorduk. O ummanın önünde koyu renge sarınmış bir dağ, derin sessizlik içinde yatıyordu; göğe yaslanmış gibi cesur duruşu vardı; enginlere bakarak düşünceye dalmış, bir dinleniş halinde idi. Ona yöneliyorduk. Ona hayran bakıyorduk. Şu zanna varıyorduk ki, denizin, göğün bu şenliği onu kutlamaktadır.
Gerçekle hayalin varlıklarımızı böyle hayranlık ve merhametle doldurduğu bir halet içinde idik. Şehitlere yüceltilecek saygı anları geldi. İstanbul’un en güzel seslilerinden birkaçı, ziyaretçilerle dolu güvertede mevlûd okumaya başladı. Süleyman Dede’nin türlü makamlarda tiz ve davudî ahenklerle söylenen mısraları, gülsuyu ve odağacı kokularına mahzun bir rahmetin damlaları sanılacak hıçkırıklarla karışarak güverteyi uhrevî bir bahar meltemi serinliği ile kapladı. Yanık bir duadan sonra hatipler söz aldılar; Çanakkale savunmasını övdüler. O destanî başarının güveniyle göğüsleri kabarttılar. Şehitlerin ruhuna, dirilerin minnetini yolladılar.
Söyleyenler ve dinleyenler arasında, o şehitlerin ana babası, hısım akrabası; o şehitlere arkadaşlık etmiş subaylardan, erlerden birkaçı vardı. Bir köşeye çekilmiştim. Güzel seslerin çırpınır dalgaları ve gamlı hasretlerin yanık hıçkırıkları ile sarsılıyordum. Bakıyordum, deniz hiçbir şey hatırlamıyor gibi taşkın bir neşe içinde ve toprak, bağrında binlerce, binlerce delikanlı yiğidin gövdesi yatıyormuş gibi, bir uçtan bir uca engin, bir fundalığın koyu nefti örtüsü ile kaplı… Yalnız sahillere yakın eteklerdeki yabancı mezarlıklar beyaz çiçek bahçeleri gibi… Yenenler izsiz, yenilenler meydanda…
Kendi içimin yalnızlığında uyuşup kalmak istiyordum; olamıyordu; düşüncelere, hatıralara, duygulara, sitemlere benzer bir takım belirtiler, birbirlerine bağlanan bir topluluk alamadan ruhuma karmakarışık haykırışlar gibi yayılıyordu. Nasıl diyeyim, içim çınlıyordu.
Benzersiz bir murakabenin âleminden ayrılır gibi o şehitliğin önünden akşama doğru çekildiğimiz vakit, içimdeki sesleri ilk beliriş anlarındakine uygun kalabilecek biçimde kaydetmeye çalıştım…”
Hatıranın üzerinden yıllar geçmiş olması sebebiyle Ruşen Eşref Ünaydın’ın 1925 olarak hatırladığı bu ilk sivil ziyaretin, 1926 yıllarına ait olması gerekmektedir. Çanakkale Muharebe sahasına yapılan bu ilk ziyarette hissedilenleri bu kadar güzel aktaran bir başka hatıraya henüz ulaşmış değiliz. Şunu söyleyebiliriz ki 1926 yılından bugüne Çanakkale’ye binlerce kafile, on binlerce insan, genç, yaşlı geldi ve gelmeye de devam edecek. Yüzler değişecek, hisleri anlatmaya sözler yetersiz kalacak; ancak Çanakkale şehitlerinin hatırasına gerçekleştirilen bu ziyaretlerde hissedilenler hep aynı olacak. Çanakkale manasını yaratmış çocukları yetiştiren milletin nesilleri olarak bu ruhu her zaman yaşatmak; şehitlerimizi her zaman hatırlamak dileğiyle…
Ruşen Eşref ÜNAYDIN, “Bir Mektup”, Çanakkale 18 Mart 1915-1950, Ankara TTK, 1950.
Eda hanım kızım emeğine yüreğine kalemine sağlık çok teşekkür ediyorum. Rabbim sana başarılarla dolu sağlıklı sıhhatli ve uzun ömürler versin inşallah. Selamlar saygılar